oblomov
Blog

Oblomov Üzerine…

Oblomov Üzerine…

Belki tembellik, belki çağa uygun olmamanın depresyonu, belki başlı başına bir ezik ya da hayır bir hırssız…

Oblomov içinde çoğu duyguyu barındırabilir; umutsuz, keşmekeş, mutsuz, kaygılı ya da kaygısız bir hırssız. Tüm imkanları içinde barındıran, tüm duyguları… Bir insan! Bir soylu, aristokrasinin imkanlarının içinde yüzen, çabasızca babasından kalan yadigarlarla ama belki de onca bağrışmalarına nazaran sanıyorum ki kaybetse,  tek onun için yataktan kaba etlerini kaldırtacak kahyası.  Bugün de hırssızlığının tozlarını almayan kahyası, Zahar!

Hep bir atılım fikirleri, hep bir hedefimsi sanrılar. Ertelemekten, tembelliğinden, oblomovluğundan… Sanrıların gerçeğe dönüşemeyeceği, hızlıca yaklaşan bir kayıplar silsilesi… Aristokrasi çöküyor, oblomov oblomovluğundan ödün vermiyor.

Yattığı yerden sövüyor. “Zahar! Beni besle, beni yıka, şunu al, bunu getir, toz al…  Dur!” Ona dokunma… Kitaplarımı bulamıyorum. Belki yorganımın içine girmiştir. Belki çıkmadığım evimde kaybetmişimdir. Belki içindeki düşünceleri sevmemişimdir, beni yerimden kaldıra yazacaklardır ya da belki de barındırdığı düşüncelerle birlikte yattığım yerden camdan dışarı fırlatmış, suçu da senin üstüne atacağımdır.

Hırssız olmak, bir ezik olmaktan daha acınası. Yaşıyorsunuz ve bunu bilmek istemiyorsunuz. Hissedebilirsiniz ancak hissetmek gibi bir kaygınız yok. Kaygının varlığından besleniyorsunuz. Hissetmeyi seçmediğinizden, kaygının varlığı yaşadığınızı hissettiriyor. Kalbiniz atıyor, kulaklarınızda; belki karnınızda; belki parmak uçlarınızda, elleriniz titriyor… Ah neden? Perde havalanıyor, kahya üst katınızda yürüyor, belki kitabınız kitaplığınızda bir boşluk buldu ve sağa kafasını yatırası gelmiş…

Yaşıyorsunuz, yaşamak da istiyorsunuz. Hayaller kurduğunuzu sanıyorsunuz ama gerçekleştirmek için değil. Gerçekleştirmemek için. Biliyorsunuz gerçekleştirmek için bir atak yapsanız, işte yaşıyorsunuz. Yaşıyorsunuz ve bir gün size mıhlanmış yaşam kırıntısını kaybedeceksiniz. Belki de bir gün sizden zorla alınacak olan, içinize işlenmiş yaşam şevkinden sizi ayıracak bir şeye başkaldırdığınızı sanıyorsunuz. “Zahar! Bu yaşamı sevdiğimi, göstermeyeceğim. Göstermeyeceğim ki, alınmaya geldiğinde acınası gözükmeyeyim.”

Oblomov hayallerini, içinde barındırdığı minik kozmosu  yok saysın ki bununla kendi kendini onore etsin… Yaşamıyla birlikte ölümü de ertelesin.  Belki de sadece elbet bir gün yaşama ihtimalini barındırdığını hissetsin. Hala hayaller kurabildiğini ve başaramadığını! Başardığı anda yaşama şevkinin, yaşam içermenin anlamının yitirileceğiyle yüzleşmek istememenin oblomovluğuydu belki bu. Herkesin ihtiyacı kadarınca hücreleri şaha kalkar, savunma gardını alırdı. İnsan, ona işlenen yaşama isteğini, conatusunu barındırmasıyla bu denli ölüm korkusu duyardı ve belki Oblomov bunu gerçekleşmemiş hayallerine sığdırmıştı. Bir yaşamaya başlasa… Yatağından çıksa belki de her şey bitecekti. Hayalleri, sancısı, sığındığı ve kabul etmediği düzensizlikler içinde düzeni.

Oblomov bir memur olamazdı. Yaşamı düzensiz, savruk, saklanmalı. Aristokrasi çocuğu Oblomov, devlet memuru olamazdı. Herkes gibi toplantılara katılamaz, yatağından mecburiyetinden çıkmaz, yemeğini ona verilen kısacık sürede boğazına dizemezdi. Şanslıydı Aristokrasi çocuğuydu ancak kendi içini öldürdüğü gibi zekasını, hayallerini, bedenini ve babasının yadigarlarını da git gide öyle tüketiyordu. Boşvermişliğiyle, ona boşvermişlik imkanını tanıyan imkanını da boşvermişliğiyle kaybediyordu işte.

“Zahar!” Biri geldi, uyuduğumu söyle. Ah yok hayır! Evde olmadığımı… Veyahut o da olmaz, böyle bir ihtimalle ben aynı baloncuğun içinde olamam. Evde olmadığımı söylersen, evde olduğumu anlar.

Gözlerim acıyor perdeyi kapat, ışık vuruyor. Kaç defa söyleyeceğim, ben evdeyken perdeleri açmayacağını. Yani evet, “hep!” Hala tozları almamışsın. Evet, onlara bunu söyle, ki uğramasınlar…”

“Hala tozları almadığını…”