Miyazaki Felsefesi Mononoke
Felsefe,  Sanat

Miyazaki Felsefesi ve Mononoke | Ekoeleştiri ve Feminizm

Miyazaki Felsefesi

Filmler birer sanat eseri midir? Bu sorunun cevabı oldukça tartışmalı… Ancak bir anime sanatçısı var ki… Filmlerine felsefesini, doğduğu ülkenin dinini ve kültürünü, sosyo-politik mesajlarını, kültür eleştirilerini, aktivist ruhunu, psikolojisini, yaşamını ve en önemlisi de el çizimleriyle sanatını ortaya çıkarmış olsun… Miyazaki ve eserleri, felsefe alanında incelenmeye başlandığında, onu birçok felsefe dalı altında kaleme alabilirsiniz: Sanat felsefesi, sinema felsefesi, ekoloji felsefesi, feminist felsefe, kendi sancısını sanat eserleriyle dışa vurumuyla varoluşçu felsefe…

Miyazaki, bir sanatçıdır. Ve sanat halk için mi, yoksa kişinin kendisi için mi sorusuna cevap olarak dünya için, der. Miyazaki, bir röportajında, “ben filmlerimi 10 yaşında olan ve bir zamanlar 10 yaşında olmuş herkes için yapıyorum” diyordu. O, yaşamında ve tarihinde olan olayları, kendine has bir üslupla animelerinde işliyordu. Miyazaki, eserlerine genellikle bir senaryosu olmadan başlıyordu. Storyboardları, onun başlama niyetinden sonra şekilleniyordu.

Miyazaki’yi Kendinden Tanıyalım

2024 yılında yayınlanan “Hayao Miyazaki ve Balıkçıl” Belgeseli, şüphesiz onu daha iyi tanımamıza ve hatta hissetmemize sebep oldu. Belgesel, Miyazaki’nin hobi olarak arada bir emekliliğini ilan etmesinin ardından yine anime dünyasına geri dönmesi üzerine çekiliyor. Son filmi olan “Çocuk ve Balıkçıl”ın 7 yıl süren yapım aşamalarını anlatırken; onun felsefesini, nahifliğini, hisliliğini, insanlığını da yakından izliyoruz. Sanatının yanında yaşama olan tutumunu gözler önüne seren muazzam bir belgesel…

Belgeselinde hikayeleri entelektüel bir düzeyde oluşturmadığını, beyninin kapağının açıldığını, söylüyor. “Beynimin kapağı açılıyor. Zihnimin bulanık, anlaşılmaz bir köşesindeki fikirler tek tek yüzeye çıkıyor. Konu beyin olunca en derin, en ilkel katman olan sürüngen beyin, çok agresiftir. Başka insanlarla yaşamak için kontrol edilmesi gerekir. Beynin o derin kısmını açmak için ise aklını kaçırman lazım.” Belgeselin ilerleyen vakitlerinde ise şöyle ekliyor: “Sanırım beynimin kapağını fazla açtım. Şimdi kapatmam lazım ama nasıl kapatacağımı unuttum. Belki de delirmek böyle bir şey.” Ama deliliğin sınırına gelince, o güzelim filmlerin çıktığını da dökülüyor. Üstüne Van Gogh’u da anıyor, manidar.

Filmlerinde anlatmak istediği şekliyle o, geleneksel olanla modern olanı uzlaştırmaya gitmiştir. O’nun filmlerinin yapım aşamaları, film içeriklerinin ve yaşama karşı bakışının bir başka tasviridir.

“Bu dünya kötülüklerle dolu, konu bu. Gülümsemeyen bir dünyada nasıl yaşanır, onu soruyorum.” “Dünyanın kötülüğünün alameti işte.” diyor, Miyazaki ölüm için. Belgeselde ise Pan-San’a olan entelektüel aşkına şahit oluyoruz. Belki hayranlık, belki platonik, belki dostane…  Platon’un Dostluk Kitabı’nda ifade ettiği şekliyle entelektüel dostane bir aşkı anımsatıyor, O’nun Pan-San’a olan tutumu.

O, hisli bir adamdı. Duygusal olarak aşırı tetiklendiğinde, üretmesi kaçınılmaz hale geliyordu. Beyninin kapağını açması ve fikirlerin uçuşması, animelerinin kaynağıydı. Acılarını, üzüntülerini animelerine gömüyordu. Sevdiğinin ölmesi, onun için bir vedalaşma sayılmazdı. Onlarla eserlerinde vedalaşması gerekiyordu. Zira, Balıkçıl’da da, Komşum Totoro’da da bu fazlasıyla hissediliyordu. “Başkalarının ölümü bile enerjiye dönüştürülüyor” du, Miyazaki’de. Ve O’nun tüm varoluşu, kendisi için de arkadaşları için de yaratmasında gizliydi. Yaratmak onu kurtaran şeydi. Miyazaki, deliliğin sınırında gezdiğini söylüyordu. Ancak, içten içe yaratmasaydı, en temizinden delireceğini de biliyordu. “İstiyorum diye film çekiyorum sanıyorsunuz ama aslında bundan kaçamıyorum. Kapana kısılmışım. Baskı altında bir ihtiyarım.” diyordu.

“Yaratmadan Hiçbir Şey Var Olamaz.” – Miyazaki

Kafasında hayal ve gerçek arasında bir çizgi yok, bu ise O’nun yeteneği. Miyazaki için onun filmleri gerçek, gerçek ise kurgu, diyor; arkadaşı Suzuki.

Miyazaki’nin film yapımcılığı, filmin tüm hücrelerini kapsıyordu. Çizerliğinden tutun, görsel senaryo taslak aşamasından, yönetmenliğine… Filmi, varoluşa geçerken; her aşamasında Miyazaki yanında duruyordu.

Belgesel ise; O’nun şu sözüyle biter:

“Söylenmeyi Bırak, İşe Koyul!”

Anime Dünyası

Animasyon kelimesi Latince’de ruh veya hayat anlamına gelen “anima” kelimesinden gelir. Anime kelimesi, aynı zamanda Fransızca canlı anlamına gelen ‘anime’ sözcüğüyle de ilişkilendirilir.

Animasyonun başlangıcı, imgeleri hareket ettirme çalışmalarıyla başladı. Lucretius’un De Rerum Natura adlı kitabında M.Ö. 70 yılına ait olduğu bilinen, el çizimlerinin hareket ettirilmesine dair ilk çabalar yer alır. Tarihsel süreçte gelişen ve bilgisayar teknolojileriyle harmanlanmış ve günümüze kadar gelmiştir. Japonya ise kendine has bir üslupla, animasyon geleneği oluşturmuştur. Buna ise “anime” denir. Bu tür, kültürel, kesik ve parçalı, karakterlerinin aşırı duygu tasvirleriyle Batılı anlamda bir animasyondan ayrılır.

Mononoke’yle Düşünmek | Miyazaki Felsefesi

Prenses Mononoke filmi 1997 yapım. Hikayesi ise şöyle; Ashitaka adında bir prens, kötü ruhlu bir domuz tarafından lanetleniyor. Ashitaka, lanetlendikten sonra iyileşmek için ormanın ruhunu aramaya, bir yolculuğa çıkıyor…

Filmin akışında, Ashitaka’nın kötü ruhun hastalığını taşıyan lanetli kolu, endüstrinin köyü tehdit etmesinin sembolüdür. Endüstri, eninde sonunda her köye girecektir. Kötü ruh olan yaban domuzunun demir mermi ile kirlenmesi ve kendi benliğinin tükenmesi gibi, bu lanet Ashitaka’yı da bedenen ve ruhen tüketecektir. Lanet, demirin etkisinden, endüstrinin yıkıcı gücünden gelir. Kimi sahnelerde Ashitaka’nın gücünün de kaynağı olan demir, aynı zamanda onun saflığını da yok etmeye başlar. Köyünü korumak için kahraman köyünü terk eder ve kendisini iyileştirmesi umuduyla Tatarugami’yi yani ormanın ruhunu bulmak adına yola koyulur.

Filmdeki bütün karakterler ve görüntüler insan ile doğanın dolanık ilişkisini vurgular. Miyazaki’nin Mononoke’si ise insan olmayanla insan olan çizgiyi bulanıklaştırır. Karakterlere kısaca değinirsek: Prenses Mononoke (San), tamamen doğacı ve doğanın kazanmasını isteyen bir ucu temsil ederken; Leydi Eboshi ise tam bir ekofobi temsilidir.

Ekofobi, kişinin çevre sorunları ve bu sorunların sonuçları ile ilgili yaşama ilişkin hissettiği gerçeküstü ve yoğun olan kaygı, çaresizlik gibi olumsuz duygularını ifade etmektedir. O ise bu korkusunu doğaya hükmederek ve hatta onu öldürerek, Machiavelli bir tavırla “sanayileşme karşısında her şey mübah” anlayışıyla, doğaya hatta doğanın ruhuna katli göze alacak kadar uç bir tarafta durur. Doğaya zararlı olarak sınıflandırılan her şeyi, ekofobiyi, türcülüğü, kapitalizmi ve insanmerkezciliği temsil eder.

Ashitaka ise, filmin başından beri bu iki ucu uzlaştırmaya çalışacaktır. Ashitaka hızla yok olan doğa ve karşısında şiddetle büyüyen endüstri arasında bulunan dengeye referanstır. Filmin mesajı endüstriyi simgeleyen Lady Eboshi’nin ve yönettiği şehrin var olan dünyadan uzaklaştırılması değil, doğa ile endüstrinin birlikte gelişebilmesidir. Miyazaki gibi Ashitaka’da sadece doğayı seçmez; o, doğa ve insanın barışını ister. Miyazaki, eko-fanatik olmadan doğa dostudur. 

Miyazaki’nin filmlerinde görürüz ki o kapitalizmi eleştirmez. Kapitalizmin, “doğaya rağmen” anlayışını eleştirir. Anti-kapitalist veya salt bir doğacı değildir. İnsanın üstün olduğunu düşünmez. Doğa ve insan eşittir. Ruhlar eşittir. Doğanın iyiliğini gözeterek ve saygıyla bir ilerleyişi vurgular. Miyazaki, doğa ve insanı uzlaştırmak gerektiğinin salığını verir. Filmde ise Ashitaka tam olarak bu noktada durur.

Dini Esintiler | Şintoizm ve Animizm

Japonların sayısız tanrıları, sayısız Yokai (doğaüstü farklı güçlere sahip varlıklar), Yurei (hayaletler), Kamileri (farklı coğrafi unsurlar ya da ruhlara atfedilen kutsallık) ve çeşitli halk efsaneleri vardır ve Miyazaki bu kültürde büyümüştür.

Bu anlamda Miyazaki filmlerinde sıklıkla gördüğümüz başlıca temalardan biri de Şintoizm ve Animizm’dir. Bu anlayışlar Japon kültüründe birbiriyle harmanlanır, her şeye ruh atfedilir. Her şeyin, bir ruhu olduğunu söyler. Ve tüm ruhlar eşit ve değerlidir, en önemlisi birbirleri içindir. Şintoizm, doğayı ve kamileri kutsal ve iç içe olarak görür. Bu nedenle, birisi doğaya zarar verirse kutsal olarak görülen Kami’ye de zarar vermiş olur. 

Miyazaki’nin filmlerine bu anlayışla bakıldığında insan ve insan olmayanın ayrımı silikleşir. İnsana atfedilen akıl, ruh, hissetme ve gözlemleme yeteneklerini… en vurucu haliyle ise duygulanımların insan olmayanlar içinde geçerli olduğu görülür. Bu ise “insan”ı, “insanın konumu”nu, yeniden düşünmeye bizi zorlar. “İnsanı, insan yapan şey, sahiden nedir?” diye sormamızı kaçınılmaz kılar.

Filmde birçok kami bulunur ancak en önemlisi, Ashikata’nın da aramaya çıktığı ormanın ruhudur. Yaşama da, ölüme de sebep olabilir. Bu yüce Kami’nin tasviri ise geyik ve insan karışımıdır. Bedeni, geyikken; yüzü insana benzer. Hem insandır, hem değildir. Gündüz ve gece farklı formlardadır.

Yaşayan canlıların canını alabilir ama aynı zamanda iyileştirebilir ve aradaki dengeyi sağlayabilir. Zira o, sadece ormana değil, hayatın olduğu her yere aittir. Şöyle de denilebilir; doğada, barınan her şeye aittir. Leydi Eboshi’nin geyiğe tüfek doğrulttuğu sahne ve geyiğin bakışıyla tüfeğin üstünde çiçeklerin, otların çıkmaya başlaması; bu bakış açısının bir örneğidir. İnsan eliyle yapılmış bir şey bile olsa, insan doğaya hükmettiğini bile sansa, doğadan aldığını, doğa müsaade ettiği kadar işleyebilir. İnsan, kavrayışında bu gerçekliği örtse bile, asıl hüküm yetisi doğadadır.

Mononoke’ce Ekoloji Felsefesi

Kutsal Kami’nin, Eboshi tarafından silahla kafasının bedenin ayrılması ve ruh, kafasını ararken ortaya çıkan görüntüler, bir kıyamet tasviri gibidir. Kutsal doğa, insanlar yüzünden yeryüzünü onlardan geri kendi içine alayazmıştır.

Ruhun başının koptuğu sahne ise ekoloji felsefesinin bizatihi konusu olabilir. Doğanın başlangıçta sadece vurulması, onu öldürmeye yetmez. Doğa, iki sendeler ama yine de dengesini bulur. İnsan yine durmaz ve bu sefer daha da ileri gider, başını uçurur. Ve doğa onun olanı aramaya başlar. Ona işlenmiş conatusuyla, can havliyle onu bulmak zorundadır ve kendinden yayılır. İnsanlar kaçar ancak gidecek yerleri de yoktur; doğadan başka. Doğa, kendinden alınanı geri almaya yeltendiğinde yine kendi hariç hiçbir şey kalmayacaktır ortada. Doğa, zaten onun olanı alır. Ve yine kendi kendisini iyileştirir. Doğa, kendisini iyileştirebilir ancak kendi haline bırakıldığında; kendi akışında olduğunda…

Leydi Eboshi’nin filmin sonundaki cümleleri şu şekildedir: “Her şeye yeniden başlayacağız. Bu sefer daha iyi bir kasaba inşa edeceğiz” (2:07:51-2:08:01). Miyazaki, final sahnesinde doğa ve insanı uzlaştırmayı başarır. Ve mutlu son: doğa kendini saniyeler içinde onarır.

Sanat şöleni biter ve henüz insan, parçası olduğu doğayla uzlaşmamış şayet uzlaşımı olsa dahi doğanın kendini saniyeler içinde onaramayacağı gerçekliğiyle yüzleşir. En azından yüzleşmelidir.

Miyazaki, değişim karşıtı değildir. Yozlaştırıcı ve yıkıcı değişime karşıdır ki; Mononoke’nin final sahnesinde başka bir ihtimalin olabileceğine gönderme yapar. Bunun içinse yeniden bakış ve düzenleme elzemdir.

Kahramanlar: Kadınlar ve Kız Çocukları

Miyazaki filmlerinin neredeyse hepsinde ana kahramanlar, kadın karakterlerdir. Miyazaki, hayali evrenini ataerkil değil, anaerkil bir sistem ile tasvir eder. Erkekler ise yardımcı roller üstlenirler.

Ve onun filmleri bir kahramanın yolculuğunu anlatır. İçsel potansiyelini ortaya koyarak, sorumluluk alarak, bir amaç edinerek, erginleşme yolculuğu…

Joseph Campbell’in kahraman arketipiyle benzer bir şekilde; kahraman sıradan bir hayat sürerken, bir maceraya atılır. Yolculuk boyunca, kahramanlar birçok zorlukla karşılaşmakta ve buna göre bir karakter gelişimi yaşamaktadırlar. Sonunda ise amaçlarına ulaşır ve erginleşirler.

Geleneksel animelere bakıldığında kadın karakterler, nazik, güzel ve itaatkardır. Ki Japon filmlerine bakıldığında da bu tasvir pek değişmez. Batılı anime dünyasına bakıldığında ise estetik bir dişilik vurgulanır. Miyazaki her iki dünyanın tasvirini de yıkar.

Miyazaki’nin kız ve kadın figürleri güçlü, sorumluluk sahibi ve içsel potansiyelini açığa çıkarmak için yolculuğa çıkan cesurlardır. Ki, yanlarına genellikle koruyucu veya arkadaş olmaları için birer hayvan dost da serpiştirir. Bu ise kadının doğaya yakınlığı olarak yorumlanır.

Diğer yandan onun hikâyelerinde genellikle iki güçlü kadın karakter arasında bir çatışma görülür. Prenses Mononoke filminde; kurt tanrıları tarafından büyütülen San ve Demir Dağ’ın efendisi Lady Eboshi, Ruhların Kaçışı’ndaki; Chihiro ve ruhlar hamamının patroniçesi cadı Yubaba, Howl’un Yürüyen Şatosu’ndaki; Sophie ve batının kötü cadısı gibi karakterler bu çatışmayı vurgular. Bu filmlerdeki kadınlar, erkek kahramanları kurtarıcı rolündedirler. Erkek kadını değil, kadın erkeği kurtarır ve çatışmanın ana karakterleri kadınlardır. Miyazaki, sanat eserleriyle erkek egemen dünyayı, kadın egemen dünyaya döndürmüştür.

Erkeğin Aklı ve Doğanın Kadını

F. Nietzsche’nin “Yunan Kadını (1871)” yazısında kadın ve doğanın yakınlığı hakkında şöyle bir pasajı vardır:

“Kadının doğasında, tükenmiş olanın yerini dolduran şifa verici güç, aşırı olan her şeyin içinde kendi kendini sınırladığı güzel dinginlik sayesinde aşırının ve fazlanın kendi kendine çekidüzen verdiği ezeli ve ebedi aynılık yatar. Ondadır, gelecek neslin hayali. Kadın, Doğa’ya erkekten daha yakındır.”

Özellikle Batılı zihin, erkeği, akıl; kadını, doğa olarak tasvir eder. Gerçi bunu Hint Öğretilerinde de görürüz. Samkhya Felsefesi’nin temel iki prensibinden biri Purusha, zihindir ve erildir; diğeri prakriti yani madde ise dişil güçtür. Doğanın doğurganlığı sebebiyle, kadının doğayla daha yakın gözükmesi oldukça anlaşılırdır. Mesele benzeşim değildir; mesele aklın üstün tutulması ve bu üstünlük anlayışıyla madde üzerinde süregelen bir tahakküm tarihi yazılmasındadır.

Teoriye sinen keskin düalizm, yine aynı keskinliğiyle pratik yaşama da yansır. Sanayi devrimi ise tahakküm niyetinin zirve noktasının başlangıcıdır. Baconvari bir tavırla bakıldığında doğaya egemen olmak için her şey mübah zihniyeti, doğaya en yakın cins tarafı için de tahakkümü getirmesiyle cinsler arası eşitsizliğin, doğa ve insan arasındaki eşitsizliğin devamını getirir.

Miyazaki, kadını, aklıyla ve liderliğiyle ancak duygularını da dışlamadan içkin doğasına geri yerleştirmiştir. Miyazaki, erkek egemen toplumun doğayı ve kadını boyunduruk altına alması ve böylelikle kendilerine ataerkil bir evren yaratmasının karşısında kendi evrenini kurar. Kadın yine doğaya yakın olandır, ancak lider olanlar, kadınlardır; doğadır.

Yin-Yang ve Miyazaki Felsefesi

Düalizm, varlığı açıklama girişimlerine bakıldığında en çok varılan kanıdır. İster Batı, İster Doğu olsun çeşitli felsefi düşünceler ve öğretiler, mitolojiler, ezoterik anlatımlar… Çoğunlukla, varlık anlayışını ikili bir düzenle anlayışa sunar.

Japonlar’ın köken inanç anlayışı, Şintoizm’dir. Ancak ilerleyen zamanlarda Çin’in Yin Yang Felsefesi’nden, Taoizm’den, Budizm felsefesinden de etkilenmişlerdir.

Miyazaki ise eserlerinde Şintoizm’in yanında Yin Yang ve Tao anlayışını da bizlere sunar.

Yin; dişil, karanlık, soğuk, pasif ve negatif; Yang ise eril, aydınlık, sıcak, aktif ve pozitif moduslar denilebilir. Yine bir düalizm anlayışı gibi gözükür ancak Batılı bir zihnin anlayacağı üslupla Spinoza’daki gibi Bir’in (Tao)  farklı tezahürleri, prensipleri olarak ifade edilebilir. Yin ve Yang birbirlerini var ederler. İki prensip birlikte çalışırlar ve evrendeki düzeni oluştururlar. Biri diğerinden üstün değildir. Biri diğerinden daha iyi veya kötü de değildir. İkisi de birbiri için gereklidir. İkisinin varlığı dengedir.

Miyazaki’nin eserlerinde ise Yin Yang anlayışını iliklerimize kadar hissederiz. Zıtlıklar, vardır. Ancak siliktir. ‘Evet, bu kötü bir karakter’ deriz ancak günümüz ahlaki değerlerinde iyi olarak nitelendirilen bir şeyi eyleyiverir. Karanlık ve aydınlık, güzellik ve çirkinlik kavramları iç içe geçmiştir. Huzur ve kaos, gerçek ve gerçeküstü şeyler aynı zemindedir. Her şeyin zıttı ile var olması, en önemlisi zıddına ihtiyaç duyma meselesi; bir denge için elzemdir.

İyi ve kötü görecelidir. İhtiyacı olana yardım etmek oldukça önemlidir. Kişinin iyilik için mücadele etmesi ve özellikle kimliğini, varoluşunu, potansiyelini, ismini bilmesi ve koruması gerekir. Kötü olarak gözükenin, olgunlaşmasını izleriz. Nitekim doğada, insanda özünde iyidir. Bu olgunlaşmaya katkı, Mononoke’de yardım, Ruhların Kaçışı’nda sevgi ile işlenir.

Örneğin; Mononoke’de ise Eboshi, kötü bir karakter olarak gözükür. Yine de Leydi Eboshi sanayiyi temsil edip, doğayı düşman olarak görse bile tam anlamıyla kötü olarak işlenmez. Öncelikle iyi bir liderdir. Halkı tarafından sevilir. Seks işçisi olan kadınlara sahip çıkar ve onlara güvenir. Erkekler silah kullanabiliyordur ve kadınlarda silah kullanabilir, der. Onlar için daha hafif silahlar tasarlanmasını rica eder. Eboshi, eşitlikçidir. Eboshi feministtir. Ancak o biyolojik farklılıkları da göz önüne alan bir feministtir. Ve en önemlisi kasabanın kadınları başta olmak üzere insanları mutludur ve halinden memnundur. Ashitaka filmde şöyle der:

“Mutlu kadınlar, mutlu şehir demektir.”

Ve Miyazaki’den manidar bir gönderme daha…

Kadınlara saygılı olması söylendiğinde, kadınlar:

“Saygı mı o da ne? Biz doğduğumuz günden beri hiç saygı görmedik ki?” hazırcevaplılıkla eklerler.

Dahası kimse cüzzamlıları istemezken ve onları insandan saymazken; Eboshi onlara da kol kanat germiştir. Sanayi devriminde, lider için çalışanlar genellikle halinden memnun olmayan -haliyle- mutsuz, köleleştirilmiş, sömürülüyorken; Eboshi’nin kasabasında böyle bir şey söz konusu değildir. Sanayileşmenin sömürüyü kaçınılmaz kıldığı tarihte, Eboshi’nin sanayi sistemi, insancıldır. Sadece insancıldır, kötülüğü ise buradadır.

Miyazaki, bir röportajında gayesini şu şekilde ifade eder. “Geçmişte birçok film yaptık ve amaçları her zaman büyüyen çocuklara umut ve mutluluk olasılığı mesajı göndermekti.”

Umut ve Mutluluk ile Kalın 😊

Miyazaki Filmogrofisi

  1. Kagliostro’nun Şatosu (Rupan sansei: Kariosutoro no Shiro), 1979
  2. Rüzgarlı Vadi (Kaze no tani no Nausicaä), 1984
  3. Gökteki Kale (Tenku no Shiro Lapyuta), 1986
  4. Komşum Totoro (Tonari no Totoro), 1988
  5. Küçük Cadı Kiki (Majo no Takkyubin), 1989
  6. Kırmızı Kanatlar (Kurenai no buta), 1992
  7. On Your Mark (Bir şarkı için video klip niteliğinde çizgi film), 1995
  8. Prenses Mononoke (Mononoke Hime), 1997
  9. Ruhların Kaçışı (Sen to Chihiro no Kamikakushi), 2001
  10. Howl’un Yürüyen Şatosu (Hauru no Ugoku Şiro), 2004
  11. Kayalıktaki Balık (Gake no ue no Ponyo), 2008
  12. Rüzgar Yükseliyor (Kaze Tachinu), 2013
  13. Çocuk ve Balıkçıl, 2023

Kaynakça:

  • Prenses Mononoke Filmi
  • Hayao Miyazaki ve Balıkçıl Belgeseli
  • Stüdyo Ghibli, Hayao Miyazaki ve İsao Takahata Filmleri | Michelle Le Blanc, Colin Odell
  • Göstergebilimsel Açıdan Hayao Miyazaki Film Afişlerinde Kız Çocuğu İmgesi | Arş. Gör. Fatma ÖZTAT, Prof. Dr. Abdulgani ARIKAN
  • Miyazaki Animasyonlarında Kadın Karakterlerin Yeri ve Önemi – Hümeyra Çetinkaya | Yüksek Lisans Tezi
  • Miyazaki Sinemasının Şintoizm ve Değerler Eğitimi Açısından Değerlendirilmesi – Rümeysa Hatice Uludoğan | Marmara Üniversitesi

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir