Heidegger Felsefesi | Varlığın Varoluşsal Anlamı
Heidegger Felsefesi.
Martin Heidegger, entelektüel yaşamı boyunca ‘varlığın anlamını’ araştırmış ve bu uğurda daimi bir yolculuk içerisinde olmuştur. Bu yolculukta Cizvit papazı olmak için Freiburg Üniversitesi’nde teoloji okuduğu sürede yaşamış olduğu sağlık sorunları sebebiyle papaz olmaktan vazgeçmiş ve felsefe eğitimi almaya karar vermiştir.
Heidegger’in bütün felsefi kariyeri boyunca zihnini meşgul eden soru, ’varlığın anlamına’ ilişkin soru olmuştur. Ona göre bu soru; geri kalan tüm felsefi, bilimsel, dinsel ve ahlaki sorulardan daha temel ve önemlidir. Çünkü bu soruya vereceğimiz yanıtlar, geri kalan etkinliklerin sorularını kökten belirlemektedir.
Varlığa ilişkin daha yetkin bir kavrayışa ulaşmayı hedefleyen Heidegger, varlığın sesinin duyuracak bir dilin arayışı içerisine girmiş ve bunu yaparken de dilin sınırlarını olabildiğince zorlamıştır. Varlığın sesini duyabilmemizi sağlayabilecek bir dilde konuşmak isteyen Heidegger, radikal derecede felsefi terimler yaratmış ve bu sayede varlığa uygun bir dilin ortaya çıkabileceğini düşünmüştür. Böylelikle onun neden sabit ve düzenli bir felsefi terminoloji benimsemediği de buradan anlaşılabilmektedir.
VARLIK VE ZAMAN
Heidegger açısından bakıldığında biz, ‘Var Olmanın Ne Anlama Geldiği’ konusunda bir çıkmaz içerisindeyiz. Felsefenin ve bilimin geldiği konum itibariyle tam bir karanlık içerisinde kaldığını düşünen Heidegger, en temel sorunun bütünüyle görmezden gelindiğini düşünmektedir. Bu soru; ‘Varlık Nedir?’ sorusudur. Filozoflar, felsefe tarihi boyunca felsefenin en temel sorularından biri olan bu soruya yanıt vermeye çalışmışlardır. Ancak Heidegger, bu sorunun gerçek anlamda sorulmadığını ve Platon’dan itibaren ‘Varlık’ kavramının hatalı bir şekilde anlaşıldığını söylemektedir. Bunun sebebi olarak ise, ‘Varlık’ ifadesinden ‘mevcudiyet’ anlamını kendisinde barındıran ‘Var olan’ olarak anlaşılmasını göstermektedir. Oysa ki ‘Varlık’ Heidegger’e göre mevcut olan bir var olana indirgenemez.
Burada ortaya çıkan temel sorun, varlığa ilişkin sorunun tarzından kaynaklanmaktadır. ‘Varlık Nedir?’ gibisinden bir soru, bizi varlığa ya da var olmanın kendisine değil, sadece bir var olana doğru götürmektedir. ‘Varlık Nedir?’ sorusu, kaçınılmaz bir şekilde varlığı ‘Şu’ ya da ‘Bu’ ile gösterilen bir var olana indirgemektedir. Heidegger’e göre ise, ‘Varlık, Bir Var olan Değildir.’ Varlık, bir mevcudiyet olarak ele alınamaz. Çünkü varlık, zaten var olana varlığını vermesinden dolayı ondan önce gelmektedir. Felsefe tarihinde, ‘Varlık’ ile ‘Var olan’ arasında görmezden gelinen ayrım nedeniyle varlığın üstü hep kapatılmıştır. Heidegger, işte bu ayrıma ‘Ontolojik Ayrım’ adını vermiş ve ona göre bu ayrımı dikkate almayan filozoflar yüzünden Varlık unutulup gitmiştir.
Varlığın, bir mevcudiyete indirgenemeyeceğini ileri süren Heidegger, var oluşun kendisinin de çok katmanlı ve değişken bir yapıya sahip olduğunu söylemektedir. Tam bu noktada sonsuz çeşitlilikte şeyler bizim için ‘Nasıl Var Olur?’ ve onlar bizim için ‘Nasıl Anlam Kazanırlar?’ gibi sorular zihnimize düşebilmektedir. Heidegger, bu sorulara yanıt verebilmek için ‘Varlık Nedir?’ şeklinde değil, ‘Var Olmanın Anlamı Nedir?’ diye sormakta ve böylece varlığı sadece var olanın bir özelliği olmaktan kurtarmaktadır. Varlık, Heidegger ile birlikte var olanı önceleyen ve var olana anlamını veren bir öğe haline gelmektedir. Bununla birlikte O, varlığa ilişkin soruyu yeni baştan formüle ederek Dasein adını verdiği var olana yönelmiştir. Çünkü sadece Dasein, var olmanın ne anlama geldiğini ortaya koyabilecek bir donanıma sahiptir.
ÖLÜME DOĞRU VARLIK: DASEİN
Varlığın anlamı sorusu ancak anlayan varlık olduğu yani Dasein olduğu sürece sorulabilir. Varlık, gerçekliğin anlamını verir. Dış Dünya ise kendi başına var olamaz. Bir Dış Dünyanın var olduğunu kanıtlayan ise varlığın kendisi yani Dasein’dır. Buna rağmen Dasein, tekil bir varlıktır. Aynı zamanda Dasein, ontik bir gerçekliğe sahiptir. Ancak onun bu ontik gerçekliğinde varoluşsal bir yapı ile varlığın anlamı açığa çıkmaktadır. Dış gerçeklik ise varlık değil, nesnelerdir.
Dış dünyadaki gerçeklik olarak adlandırdığımız nesneler, bizim bilincimizin dışında var olmaktadır. BEN onları görüler vasıtasıyla ve anlama yetisinin kategorileriyle onları transendental hale getirerek bilmektedir. Bilinç, dış gerçekliği aşkın hale getirerek kendi içine bir bilme objesi olarak aktarmaktadır. Heidegger, ‘aşkın hale getirdiğimiz bu dış nesnel gerçekliğin bizde var olan bilme haliyle dışarıda var olanlar aynı mıdır?’ sorusunu sormaktadır.
Dış dünyanın kanıtlanması özneye bağlı olduğu için bir anlamda kısır bir döngü halindedir. Bu yüzden onu bilgiyle değil, inanç ile ortaya koymaktayız. Yani aslında biz, dış dünyanın var olduğuna inanmaktayız. Heidegger, realizm ve idealizmin ortaya koymuş olduğu dış dünyanın gerçekliğine dair argümanları varoluşsal görmemektedir. Dünya içinde bir varlık olabilmesi için Dasein’in olması gerekir. Dünyanın bir gerçeklik olarak açığa çıkabilmesi ve kanıtlanabilmesi için onu anlayan bir varlığın var olması gerekir. Bu yüzden gerçeklik, Dasein ile ilişkili bir şeydir.
Dasein ve Kaygı | Heidegger Felsefesi
Dasein’in var olması, onun “kaygısı” ile açığa çıkmaktadır. Bedenimiz bizim dışımızda olmasına rağmen bu dünyada var olduğunu kaygı ile bilmektedir. Dasein, bir ilişkiler bütünüdür. Dasein, her zaman bir şeyler ile birlikte var olmaktadır. Bir şeyler dediğimiz gerçeklik de Dasein ile var olur. Gerçeklik özneldir ve bizimle birlikte var olmaktadır. Dasein, insandır ancak her insan Dasein olamamaktadır. Ancak her insanda Dasein olma olanağı vardır. Bunu yapabilen, kendi olmayan bir varlıktan kendi olmaya doğru giden bir varlığın ve bunun farkına varılması ile olan Dasein’dır. Dasein, bu farkındalık süreci ile yani olmakta olan bir süreç ile var olmaktadır.
Nesne ile zihin aynı türden bir var olan değildir. Nesne ile yargı arasındaki uyumluluğun ölçütü Dasein’dır. Çünkü doğru varlık; açığa çıkmış, gizlenmemiş varlık demektir. Bu, Dasein’in var olma tarzıdır. Dasein doğruluktadır. Doğruluk ise, var olanın açığa çıkma halidir. Dasein’in varoluşsal biçimde açığa çıkması ise şu yollarla olmaktadır; ilkin Dasein’in varlık durumu açıklıktır. Ne zaman kendimiz oluyorsak doğru bir biçimde var olmaktayız. İkinci olarak, Dasein’in açığa çıkması atılmışlığına dayanır. Yani biz kendimizi bu dünyaya atılmış olarak bulmuşuzdur. Bizim doğruluğumuz ve hakikatimiz bu dünyaya atılmış olmamızdır. Üçüncü olarak bu açığa çıkma hali tasarımlara bağlıdır. Yani bizim açıklığımız gelecekte yapacağımız projeler ile kendisini gösterecektir. Bizim hakikatimiz geleceğe doğru yönelmemizdir. Biz geleceğe doğru olagelerek kendimiz olmaktayız. Son olarak da bu açığa çıkma hali, düşüşe bağlıdır. Yani bizim hakikatimiz günübirlik yaşamdadır. Biz kendimizi herkes ile birlikte gündelik yaşamda bulmaktayız.
Her Dasein’in açığa çıkma yani var olma hali farklıdır. Bu var olma hali bize özgüdür. Bu var olma hali de zamansallık ile ortaya çıkmaktadır. Dasein, kendisini ‘kaygı fenomeni’ ile ortaya koymaktadır. Dasein’ın her durumda kendisi olması zamansallık ile ortaya çıkmaktadır. Heidegger, varlığı zamansallığı içinde ele alır ve zamanı da fiziksel olarak değil varoluşsal bir yapıda ele almaktadır.
Ölüm | Heidegger Felsefesi
Biz, olanaklara doğru bir varoluş sergilemekteyiz. Kendi olmama durumundan kendi olma durumuna doğru gidip-gelmekteyiz. Bütün bu farkındalığı arama sürecinde bir başlangıç ve son olmalıdır. Bu yüzden Dasein, bir başlangıç ve sona sahiptir. Son; varlığın olanaklarının tamlığının bir anıdır. Tüm olanakları tüketip Dasein olduğumuz An’dır ve bu An Ölüm’dür. Ölüm, Heidegger’in varlık felsefesinde en önemli olgulardan birisidir.Bizim başlangıç ve son arasındaki bütün yaşantımız Kaygı taşımaktadır. Dasein, bu kaygı ile var olmaktadır.
Heidegger’e göre, ölüme doğru varlık olmamız bir olumsuzluk değildir. Aksine ölüme doğru varlık olmamız bizi kendi varlığımıza götürmektedir. Dasein, her zaman kendisi için var olur. Kendi olanaklarının peşinden gitmek Dasein’a Kaygı ve Sorumluluk getirmektedir. Kendi olanaklarımıza döndüğümüzde kendi tamlığımıza doğru bir adım atmış oluruz. Dasein, sonlu bir varlık olduğu için hiçbir zaman kendi bütünlüğüne ulaşamaz. Ne zaman bütünlüğe ulaşırsak dünya içinde varlık olma özelliğimizi de kaybetmiş oluruz.
Heidegger’e göre yaşam, sadece düşünsel değildir ve bu yüzden pratik yaşamdan kopmamak gerekir. Başkasının ölümü bizi olanaklarımıza doğru yöneltmelidir. Ancak ölüm ile de tüm olanaklarımızın sonuna gelir ve onları tüketiriz. Ölüm olgusu ontolojik ve varoluşsal bir yapıdadır. Ölüm, henüz olmayan bir olgu olarak Dasein ile var olmaktadır. Bu zorunlu olarak Dasein’e verilmiştir.
Dasein’in içindeliği yaşamsal dünyada sadece fiziksel değil anlamlı ve ilişkilerden oluşan bir içindeliktir. İçinde olmak, Dasen’ın varlığının önsel ontolojik yapısı gereğidir. İçinde değilse Dasein var değil demektir. Bu yapı Dasein’a ölüm olgusu ile verilmiştir. Biz içinde olduğumuz dünyada geleceğe doğru planlar yaptığımız için geleceğe doğru fırlatılmışızdır. Bu durum bizde varoluşsal tecrübe olan ruh durumunu yaratmaktadır. Varoluşsal hallerimiz ve farkındalıklarımız ruh durumunda ortaya çıkmaktadır. Ancak buradaki Ruh,Tinsel-Manevi anlamda değil, yaşantı deneyimidir, yani o andaki halimizdir. Henüz olmayan olgusu Dasein’da endişe ve kaygı olarak kendisini gösterir.
Heidegger açısından olgusallığımız-geçmişi, düşüşümüz-şimdiyi, varoluşumuz ise geleceği temsil etmektedir. Ölümün ontolojik yapısı bizi varoluşsal olanaklarımıza doğru sürükleyecektir. Bu ölüm beklentisi Dasein’i ötekilerden ayırır, bireyselleştirir ve kendi olanaklarını görmesiyle onu ölüme doğru özgür kılar.
Heidegger’e göre, baştan sona doğru giden zamansallık ufkunda kendi olmayan varlığından kendi olma varlığında doğru Dasein, gidip-gelmektedir. Ama hiçbir zaman Tam-Bütün Dasein olamamaktadır. Olduğu anda ise, dünya içinde varlık olmaktan çıkar. Tam olanaklarına sahip olduğu An, ölüm anıdır. Bu yüzden Dasein, tüm yaşamı boyunca bir yanıyla eksik kalacaktır. Bu durum ona verilmiş olan yapıdan kaynaklanmaktadır. Zaten Dasein eksik kalmasa yapacak bir şeyi de kalmaz ve tükenmiş olur. Oysa ki Dasein, hiç tükenmeyen ve geleceğe doğru yönelen bir varlıktır. Dasein, her an yönelen bir varlıktır.
“Ölümü hayatıma alırsam, onu kabul edersem ve onunla yüzleşirsem, kendimi ölümün kaygısından ve hayatın önemsizliğinden kurtaracağım – ve ancak o zaman kendim olma özgürlüğüne kavuşacağım.”
TARİHSELLİK İÇİNDE VAR OLAN DASEİN
Dasein’ın var oluşu doğum ile ölüm arasında olmasından dolayı onu ayrıca tarihsel bir varlık yapmaktadır. Burada Tarih, sadece geçmişi değil yaşamla birlikte olan tüm süreçleri de kapsamaktadır. Ancak Tarih, zaman içinde oluşan bir süreçtir ve doğa da aynı şekilde zamanın içindedir. Bu yüzden Zamansallık, Tarihi de Doğayı da yorumlayabilmektedir.
Dasein, gündelik yaşam içerisinde zamanı fiziksel olarak algılamaktadır ve olayları da bu yönde sıralamaktadır. Yani Zaman, gündelik yaşamda bir ardı ardına gelme şeklinde tezahür etmektedir. Zamansallık ise Dasein’ın Varoluşsal serilmemesi ile açığa çıkmaktadır. Burada zamanın varoluşsal yorumunu yapmamız gerekmektedir. Biz var olmakta olduğumuz anlarda zamanı biz Nasıl fark ediyoruz? Bu zaman varlığımızı Nasıl açığa çıkartıyor? gibi sorular ile zamanın varoluşsal yorumunu yapabilmekteyiz. İşte tam bu noktada zamansallık ile birlikte Dasein’ın varlığı da açığa çıkacaktır. Çünkü fiziksel zaman bizim sadece bedenimizi içermektedir. Oysa ki Dasein, bedenin ötesinde bir var olma haline sahiptir. Bu yüzden Dasein, fiziksel zamanın ötesinde bir zamansallıkla kendisini açığa çıkarabilmektedir.
Sonuç olarak şunu diyebiliriz ki, Heidegger açısından zaman; Varoluşsal bir farkındalıktır ve bu farkındalık sayesinde Dasein geleceğe doğru atılmış olan varlık hallerini ortaya koyabilmektedir.
“Herkes en yüksek potansiyeline ulaşabilir, kim olduğumuz önceden belirlenmiş olabilir, ancak izlediğimiz yol her zaman kendi seçimimizdir. Korkularımızın veya başkalarının beklentilerinin kaderimizin sınırlarını belirlemesine asla izin vermemeliyiz. Kaderiniz değiştirilemez, ancak meydan okunabilir. Her insan tek bir insan kadar doğar ve ölür.”
KAYNAKÇA:
- K.Çüçen , Z.Zafer, A.Esenyel – Varlık Felsefesi
- Kudret Aras – Felsefe Tarihi – 3
- K. Çüçen – Varlık ve Zaman