Collingwood Felsefesi
Batı Felsefesi,  Felsefe

Collingwood Felsefesi | “Bütün Düşünce Eylem İçin Varolur”

Collingwood Felsefesi

Bütün düşünce, eylem için var olur. Düşüncenin bir tek amacı vardır, yapıp etme dünyasına yönelmek. Düşünce, Collingwood’un ana kavramıdır. İnsan dünyasındaki kötülüklerin ve zalimliklerin elinden bizi kurtaracak olan düşünmedir. Bu düşünme de eyleme yönelen bir düşünmedir.

Collingwood Felsefesi | Düşünme ile Eylem Bağının Kopuşu

Düşünme edimi eyleme yönelik olması gerekirken tarih boyunca, düşünme ile eylem arasındaki bağ hep kopuk olmuştur. Düşünme hep kendi içinde kalmıştır. Felsefe, bilim, sanat ve din düşünmeyi eyleme yöneltmemiştir. Oysa ki üretilen bir şeyin amacı ve talebinin olması gerekir. Collingwood’a göre; düşünmede ortaya konulan ürünlerin halk ile bir bağı olması gerekmektedir.

Collingwood’un felsefe yapmasındaki amacı kendi çağında ortaya çıkmış olan bir sorun üzerinedir. Bu sorun: Arz-Talep sorunudur. Düşünce tarihinde birçok düşünce üretilmiştir fakat bu düşüncelerin talebi yoktur. Düşünme ve eylem arasında bariz bir kopma vardır. Bu durum din için de geçerlidir. Her türden insana hitap edecek çeşitlilikte mezhep olmasına rağmen bu durum böyledir. Dinsel arz olmasına rağmen boş olan birçok kilise vardır. Sadece felsefe ile yaşam arasında değil, din ile yaşam arasındaki bağ da kopmuştur. Bu durum felsefe, din ve sanat gibi düşünce formları için geçerlidir. Aynı şey sanat için de geçerlidir. Bugün birçok resim galerisi ve tiyatro salonu arzı karşılayan bir talebe ulaşamamaktadır. Bunun nedeni ortaya konulan ürünleri üretenlerin yaşam ile bağını kurmamış olmalarındandır. Düşünceyi eyleme yöneltmemiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Diğer taraftan halk da bir felsefe eserini, bir sanatsal ürünü algılayabilecek bir yetenekte, bilgi ve beceride değildir.

Düşünce Formları

Felsefe, din, sanat, bilim ve tarih birer düşünce formlarıdır. Collingwood Felsefesi’ne göre bu düşünce formları yaşam ile bir bağ kurmaz ise onun yaşadığı dönemde ve bizim yaşadığımız bu dönemde sorunlara yol açar. Sorun sadece sanatçıların, filozofların, din adamlarının ortaya çıkardıkları ürünlerin yaşam ve eylem ile bağ kurmada başarısızlıkları değil, aynı zamanda da kendisine sunulan bu ürünleri anlamada bir başarısızlıkları olan halktan da kaynaklanmaktadır. Ona göre, bu sorun hem insanın doğasından kaynaklanmaktadır. Hem de çağının bir özelliği olarak ortaya çıkmaktadır.

Collingwood Felsefesi’ne göre, felsefe, din ve sanata karşı ilgisizlik kendi çağında bu alanlarla ilgili büyük insanların olmayışı ile açıklanamaz. Çünkü birçok sanatçı ve düşünür kendi çağında tanındığından daha çok sonraki dönemlerde tanınmıştır. Ona göre, kendi çağında da büyük düşünürler ve sanatçılar vardır. Bugün büyük sanatçılar ve düşünceler yok demek, insanın, büyük insanların arkasına sığınarak kendi tembelliklerini ve aptallıklarını örtbas etmek için uydurdukları bir kılıftır.

Ortaçağ’da Zihin Birliği

Collingwood’a göre, düşünce formlarının yaşam ile iç içe olduğu zamanlar olmuştur. İlginçtir ki ona göre bu dönem Ortaçağ’dır.

Düşünce formlarının birbirinden kopuşu asıl sorundur. Düşünce, eylemden kopmuştur. Arz-talep bağını koparmıştır. Collingwood Felsefesi’ne göre, düşünmek kendine içkin bir insani etkinlik değildir. Düşünmek, aşkın bir etkinliktir. Düşünme, her defasında sınırlarını aşarak kendi dışındaki eylem dünyasına yönelik olmak durumundadır. Fakat tarihselliğine baktığımızda düşünmek hep kendine içkin bir etkinlik olarak görülmüştür.

Ortaçağ’da Collingwood’a göre, düşünce formları yaşamın içinde olarak her dönemden fazla iç içe geçmiş durumdaydı. Bunun sebebi ise bu dönemde kurumsal bir kültür olmasındandır. Bu dönemde Lonca teşkilatları vasıtasıyla ihtiyaç duyulan alanlarda ihtiyaca göre insanlara eğitim verilmekteydi. Bu dönemde usta-çırak ilişkisi ön plandaydı. Ortaçağ’daki filozof ise sadece bir filozof değil, aynı zamanda bir din adamı, sanatçı gibi olduğundan diğer düşünce formları ile bir bütün oluşturarak bunları yaşama yansıtmaktaydı.  Ortaçağ’da bir “zihin birliği” vardı. Kutsal olan ile dünyaevi yaşam iç içe geçmişti. Bu ise, düşünce ve eyleme kaçınılmaz olarak yansıyordu.

Collingwood’a göre çağımızdaki yaşadığımız problemleri insanlar bireyciliğe bağlamaktadır. Ortaçağ’da bireycilik değil, kurumsallık hakimdir. Ancak Ortaçağ’ın kurumsallığını, günümüze taşımaya çalışmak yanlış olur. Çünkü Ortaçağ’da yaşananlar o çağa özgü ve o dönemin koşullarında başarılı olan bir şeydir. Bireycilik belirtidir, neden değil. İnsanlar günümüzde neden bireyci bunu sormamız gerekir. Ortaçağ’daki insan başarısı kurumsallık değil, kurumlara sahip çıkmak ve insanların bu zihin birliğini istemesini sağlamak, insanlarla ilişkili bir durumdur. Modern dönemdeki insan ise, bulunduğu koşullara ve durumun getirdiği sorumluluklara rağmen yine de kendi yolunda gitmeyi tercih etmektedir. Bu yüzden Ortaçağ’daki kurumlaşmayı modern çağa dayatmak yararsız olacaktır. Artık yeni bir şey bulmalıyızdır. Çünkü her çağın kendine özgü bir karakteri vardır. En büyük yanılgı bir çağda başarılı olmuş bir şeyi başka bir çağa ve insanlık durumuna adapte etmeye çalışmaktır.

Collingwood’a göre Rönesans’ın başarısı Ortaçağ’ın ürünüydü. Düşünce formlarının iç içe geçmiş oluşu ve onun bütünlüğünden taşanlar, düşüncenin ve eylemin somut bir hale dönüşmesine vesile olmuştu. Collingwood’a göre insanlık, bunu kabul etmeyerek Rönesans’ta hastalanmaya başladı.

Modern dönemde ise düşünce formları öylesine kopmuştur ki bir araya getirilmeye çalışılsa da bir bağ kurabileceğimiz pencere kalmamıştır. Bu yüzden geçmişin sanatı ve felsefesi daha anlamlı hale gelmeye başlamıştır.

Collingwood’a göre, biz hastalığımızın doğasını tanımıyoruz. Yanlışımız sanat, din, felsefe gibi düşünce formlarını tam olarak birbirinden ayırmaktır. Tedavimiz, yalnızca bunların tam ve bölünemez bir yaşam içinde yeniden bir araya getirebilmektir. Görevimiz böyle bir yaşamı aramak ve aynı anda sanat, din, bilim ve diğerleri ile iç içe olan bir etkinlik kavramı inşa etmektir.

“Sadece felsefe bilen uzman felsefeci ve sadece resim bilen uzman ressam, kötü bir felsefeci ve ressamdır. İyi bir felsefeci veya sanatçı diğer düşünce formlarıyla bağlar kurarak onları bütünlüklü bir şekilde görebilendir…”

Tarih Felsefesi

Tarih felsefesi ifadesini ilk kullanan Voltaire’dir. Voltaire’e göre tarih felsefesi, kişinin kendi kafasında ve kendi kendine kurduğu tarihsel bir düşünme tipidir. Collingwood eleştirel ve bilimsel tarih anlayışını yani tarihçilerin eski kitaplarda buldukları öyküleri yinelemelerini benimsemez ve onları eleştirir. 19. Yüzyıl Hegel merkezli tarih felsefesi anlayışları, tarihi evrensel ve dünya felsefesi tarihi olarak okumaktaydılar. Bir başka tarih felsefesi anlayışı ise 19. Yüzyılda pozitivistler tarafından ortaya konmuştur. Tarihin olaylarının akışını yöneten genel yasaların keşfidir Bütün bu tarih felsefesi algılayışlarının ortak paydası hepsinin bir felsefe anlayışına dayanmasıydı. Bu düşünürler felsefe anlayışlarına göre bir tarih felsefesi ortaya koydular.

Collingwood’un Felsefe Anlayışı

Collingwood’un tarih felsefesi ise bunlardan farklıydı. Ona göre felsefe, kendine dönük düşünmedir. Düşünme üzerine düşünmedir. Bir düşünce üzerine değil, bir bütün olarak düşünme üzerine düşünmedir. Düşünme bütünlüklü ve parçalanamaz bir etkinliktir.

Collingwood, düşünmeleri derecelendirir. Bir tarz düşünme, birinci dereceden düşünmedir. Bilim, birinci dereceden düşünür. Suyun kaç derecede kaynadığını düşünmek, bilimin işidir. ‘Bir insan neden suyun kaç derecede kaynadığını merak eder’ düşüncesi ise ikinci dereceden bir düşünmedir. Birinci dereceden düşünme “bir şey”e yöneliktir. İkinci dereceden düşünme ise hem “şey”e hem de “özne”sine yönelik bir düşünme tarzıdır. Örneğin, psikoloji bilimi sadece özneye yönelirken, tarih bilimi sadece nesneye yönelmektedir. İkinci dereceden düşünme olarak felsefe ise ne psikoloji gibi özneyi temele alır, ne de sadece nesneyi temele alır. Hem özneyi hem de nesneyi bütüncül bir tarzda ele alır. Felsefe, düşünme üzerine düşünmedir. Tarih bilimi sadece nesneye bakarken, tarih felsefesi hem tarih nesnesine, hem de öznesine dikkatini çevirir.

Avrupa tarihi boyunca tarihle ilgili konulara epistemoloji cevap vermiştir. Ancak geldiğimiz çağda öyle büyük güçlüklerle karşılaşılmıştır ki epistemoloji bu sorunları çözememiştir. Bunun için tarihselliğinde bir tarih felsefesi inşa etmek kaçınılmaz hale gelmiştir.

Collingwood Tarih Felsefesi

Düşünen bir varlık için tarih vardır. Biz düşünme üzerine düşünebildiğimizde tarih felsefesi olanaklı hale gelir. Tarih insanın olduğu bir dünyada anlamlıdır. İnsan da tarihsel alanda anlamını bulur. Collingwood’a göre insan zihninin dışında tarih diye bir şey yoktur. Ancak kendi üzerimize düşündüğümüzde tarihsel olan süreç meydana gelir. Çünkü hiçbir zaman şimdiki ben’imiz üzerine düşünmeyiz.

Tarihin Yapısı, Nesnesi, Yöntemi ve Değeri

Collingwood Felsefesi’ne göre tarihin yapısı, nesnesi, yöntemi ve değeri gibi sorulara yanıt verecek olan kişi hem tarihçi hem de felsefeci olmalıdır. Tarihçi, tarihi sadece ders kitabından öğrenen değil, geçmişte yaşanan olayları sorgulayıp, onları farklı yönlerden araştırarak kendini inşa etmelidir.

Tarihçi kendi deneyimleri üzerine düşünürken aynı zamanda kendi deneyimi dışındaki şeyler üzerine de düşünmektedir. Kendi deneyimleri dışındaki şeyleri düşünmekle birlikte aynı zamanda “o” düşünme üzerindeki deneyimlerini de düşünüyorsa işte o zaman filozof bir tarihçi olur.  Özetle bu soru’n’lara cevap vermek için deneyim sahibi yani önce tarihçi olmak gerekir…

  • Tarih: Her şeyden önce bilimsel bir araştırma ve soruşturma işidir. Bilim şeyleri aramadır ve tarih bu bakımdan bir bilimdir.
  • Tarihin nesnesi: İnsanların geçmişte yapılmış eylemleri. Tarihin nesnesi geçmiştir.
  • Tarih nasıl işler?: Tarih kanıtın yorumlanmasıyla işler. Şimdide olan tarihçi yine şimdide olan kanıtlardan, belgelerden hareketle geçmişteki bilgiler ile elindeki belgeyi yorumlamaktadır.
  • Tarih ne içindir?: Tarih, kişinin kendi olması ve kendini bilmesi için bir araçtır. Biz tarihi kendimiz için isteriz. Kendini bilmek ise önce insan olmanın ne demek olduğunu bilmek, sonra da bu tür içerisindeki kendinin yapısını ve özelliklerini bilmektir. En son olarak da kendinin başkalarından farkını bilmesini sağlamaktadır.

Collingwood Felsefesi | İnsan Doğası ile İnsanın Tarihi

Her şeyi bilmeyi isteyen insanın, bu istemesinin arka planında yatan aslında kendini bilme çabasıdır. İnsanın bütün bilme çabası aslında kendimizi bilmeye yöneliktir. Kendini bilmek de bildiğini bilmektir. Dolayısıyla bizim kendimizi bilmemiz için önce bir şeyleri bilmeye ve o bildiklerimiz üzerinden kendimizi bilmeye geçmeliyiz. Bedensel yapıya dair bilmek değil; bilme yetisini, anlama yetisini ve düşünme ile ilgili olan şeyleri bilmek kendini bilmektir. Ve tarihin asıl konusu insanı anlamaktır.

Tarihsel Düşüncenin Alanı

İnsanın olduğu yerde tarih vardır. Tarihin konusu olan ise insan varlığının eylemleridir. Eylem ise davranıştan farklıdır. Davranış sadece dışsal iken eylem hem içi hem de dışı olan bir bütünlüktür. Dış olan sadece davranış iken iç olan o davranışın arkasındaki düşüncedir. Dolayısıyla tarih de insan davranışlarını değil, insan eylemlerini konu edinir. Tarihin odaklandığı esas nokta ise içi bilmek yani düşünceyi bilmektir. Bu anlamda doğanın bir tarihi yoktur. Doğanın düşüncesi, içi yoktur. Hayvan da insandan bu noktada ayrılır. İnsan tarihsel bir varlık olmasıyla hayvandan farklıdır. Hayvan ise bir doğa varlığıdır. Bu yüzden hayvan tarihsel bir varlık olamaz.

Her tarih, düşünce tarihidir. Ama tek başına bir düşünce değil, bir düşünceler sürecidir. Hep bir oluşum içinde ve devingen bir şeydir. Geçmişteki bir düşüncenin tarihin nesnesi olmasının koşulu şudur: Şimdide yaşayan tarihçinin zihninde yeniden canlandırılabilir bir düşünce olmasıdır.

Tarih Felsefesi

Zihin Bilgisi Olarak Tarih

Zaman, tarih için temel ve oluşturucu bir öge değildir. Bazı şeyler zaman dışında olmakla birlikte insan zihninde yeniden canlandırılabilir şeylerdir. Bir düşüncenin kalitesi kendini bir benzetmeyle somuta indirgeyebildiği ölçüde doğru orantılıdır. Zaman tarihin ön koşulu değildir. Zaman içindeki şeyler tarihin konusu olabileceği gibi zaman dışındaki şeyler de tarihin konusu olabilir.

“Tarihsel bilgi, aklın geçmişte ne yaptığının bilgisidir.”

Tarihin konusu, sanat, felsefe, din ve bilimdir. Çünkü bu düşünce formları içinde eyleyen insanlar belli bir amaca yönelik tasarlanmış bir eylemde bulunurlar. Burada bir plandan ziyade bir tasarım vardır ve bu tasarım anlaşılmaya ihtiyaç duyar. Bu düşünce formlarının özelliği, önlerinde bir sorunun olması ve o sorunu çözmek için hazır reçetesinin olmamasıdır. Sorunu çözmeye yönelik tasarımlar hep eylemle sonuçlanır. Yani tarihin konusu içinde olan düşünceler eylem içinde olmuştur. Sorunun adını koymak, onu kavramsallaştırmak demek ve onun felsefe tarihindeki tartışıldığı alanı göstermek demektir. Bunu yapmakla da onu tarihsel sürece eklemlemiş oluruz.

Collingwood Felsefesi | Tarih ve Özgürlük

Tarihi kendimizin bilgisine ulaşmak için inceleriz. İnsan etkinliklerinin özgür olduğunu bilebileceğimiz tek zemin ise tarihtir. Tarihi doğa yasalarının dışına çıkarttığımızda, onu denetleyen ve değiştiren hiçbir güç ortada kalmayacaktır. Tarihin konusu dışında kalan etkinlikler özgür olmadan yapılmış etkinliklerdir. Amaçlı, planlı ve tasarlanmış olan insan etkinlikleri ise özgür etkinliklerdir.

Collingwood Felsefesi’ne göre insan tür olarak özgürdür. Tarihsel zeminde insan özgürleşmektedir. Bir insan tarihsel düşünerek kendi özgürlüğünü keşfettiği gibi insanın özgürlüğünü de keşfeder.

İnsanın eylemini özgür tasarlaması isteği, tarihe özerklik sağlama isteği ile ilgilidir. Özgürlükle ilgili birinci ve ikinci dereceden düşünme vardır. Birinci dereceden düşünme; insanın bağımsız olduğu anlamındaki özgürlüktür. Bunun farkındalığı da özgürlüğün bir zorunluluk olduğuna dair ikinci dereceden bir düşünmeyi yaratmaktadır. Tarihsel bir olguyu şimdiki koşullarla karşılaştırıp bir çelişki olduğunu söylemek anlamsızdır.

Tarihsel Düşünmeyle Yaratılan İlerleme

İlerleme söz konusu olacaksa ancak tarihte bir ilerlemeden bahsedilebilir. Doğada ise ilerleme değil, evrim söz konusudur. Evrim içinde bir ilerlemeden söz edilemez. Evrim daha çok gelişen olarak düşünülebilir. İlerleme daha çok ahlaki bir arka planı olan bir kavramdır. Bu yüzden doğada bir ilerlemeden söz edilemez. Ahlak, insani bir nitelik olduğundan ilerleme ancak insanın olduğu yerde söz konusu olabilir.

İlerlemenin olabilmesi için bir art ardalık olması, bir sürecin olması gerekir. Her tarihsel eylem birbirinden kopuk olmayan bir edimler dizisidir ve süreçtir. Süreç, tarihte yani gelişmeler gösterir. Çözülen her sorundan sonra yeni çözülmesi gereken sorunlar ortaya çıkar.

İlerleme olduğunu anlayabilmek için hem eski kuşağı hem yeni kuşağın deneyimlerini yaşamak ve bu ikisi arasında kıyaslama yapabilecek durumda olmak gerekir.

İlerleme, kötünün yerine iyinin konması değil, iyinin yerine daha iyinin konmasıdır. Tarihte ilerleme vardır diyebilecek tek kişi ise tarihçidir.  Tarihte bazı dönemlerin iyi bazılarının kötü olarak gösterilmesi yanlıştır. Bunun nedeni tarihçinin zihnindeki bir takım değer atfetmelerden kaynaklanır.

Bir şey, iyiden daha iyiye giderken geçmişteki iyi olan hiçbir şeyi yitirmeden, azalmadan üstüne daha İyi bir şey katıyorsa bunda ilerleme var demektir. İlerleme ancak düşünce formları arasında olanaklıdır.  İlerlemenin ölçüsü ikinci dereceden düşünmededir. Bu da o düşünmenin yaşamla bağlantısında kendini gösterir.

Kendimizi bilmemizin ölçütü tarih ise düşünce formları açısından bir ileriye doğru gitme varsa yani insanlar daha çok kendilerini biliyorlarsa ilerleme söz konusu olabilir…

Kaynak:

  • R.G. Collingwood – TARİH TASARIMI| Çeviren: Kurtuluş Dinçer
  • R.G. Collingwood – SPECULUM MENTIS YA DA BİLGİNİN HARİTASI | Çevirenler: Kubilay Aysevener, Zerrin Eren
  • Kubilay Aysevener – TARİH FELSEFESİ
  • Ogün Ürek ve Murat Hasköy ders anlatımı ve notlarıyla…