Beauvoir Felsefesi ve Toplumsal Cinsiyet | “Kadın Olunur!”
Beauvoir Felsefesi
Beauvoir, felsefesine “Kadın doğulmaz, kadın olunur” ilkesini temel yapar. Beauvoir, bu ilkeyle düşünce dünyasında “toplumsal cinsiyet” kavramına giden eleştirel düşünme yolunun kapılarını açmış bulunur. Beauvoir’a göre kadın, “mutlak olarak başka” olmaya toplumsal, kültürel, psikolojik düzen içinde hapsedilmişse de yine bu esaretten ancak kendi, kendini kurtarabilir.
Beauvoir’a göre kadın, ataerkil düzende tanımlanmıştır. İçkinliğe ve eve hapsedilmiştir. Öncelikle olağan “kadın” olma meselesinin eleştirilmesi ve değiştirilmesi gerekir. Kadınların toplumsal yerini asırlardır gelen eğitimsel, kültürel ve toplumsal normlar belirler. Ve asırlardır süregelen cinsiyet tanımları, eşitsizlikleri pekiştirir. Doğru eğitim, cinsiyet meseleleri üzerinde bilinçlendirmeye yol açar. Sahici bir değişim isteniyorsa toplumun genelinde bir bilinçlendirme ve farkındalık kazandırma elzemdir.
Kadınlar bireysel özgürlüklerini, kendi ellerine almalılardır. Ekonomik özgürlük, bağımsızlık için özgürleşmenin temel adımlarından biridir. Ekonomik bağımsızlık, bir kadın için kendi yaşamını kontrol etme ve toplumsal eşitsizliklerle özgür bir şekilde mücadele etmelerini sağlar. Ancak salt özgürleşme için iş gücüne katılım yeterli değildir. Günümüzde kadınlar, ne kadar ekonomik yaşantıya katılsalar da bir eşitlikten söz edemeyiz. Kadın, erkeklere kıyasla iş dünyasında eşit fırsatlara sahip değildir. Ve hatta eklemek gerekir ki, sadece kadınlar değil, egemen sistemin “erkek” tanımına uymayan tüm insanlar için bu eşitsizlik geçerlidir.
Beauvoir’ın en önemli eseri olan “İkinci Cinsiyet”in önsözünde Zeynep Direk şöyle der: “Kadın, erkeğin efendi olduğu bir dünyada ekonomik bağımsızlığa ve özgürlüğe sahip olsa bile, kendi değerleri uyarınca dünyaya şekil veremedikçe bu özgürlük, içi boş bir özgürlük olur. Bugün kullandığımız dille söylersek, toplumsal cinsiyet eşitliği yoksa bir “hiç” içindir, bu özgürlük.”
Gerçek bir özgürleşme istiyorsak kadınların bireysel kimliklerinin toplumsal normlardan bağımsız olarak oluşturulması gerekmektedir. Özgürlüklerini, birey oluşlarını ataerkil sistemin rol kalıplarının dışında inşa etmeleri gerekmektedir. Bir “kadın”; anne, eş, ev kadını rollerinden önce bir ‘insan’dır. Ve onun kimliğini rollerin içine hapsedemeyiz.
Özetle, “kadın doğulmaz, kadın olunur” ifadesi, Beauvoir’ın temel feminist argümanının özünü oluşturur: Kadınlık, toplumsal bir inşa sürecinin sonucudur ve bu sürecin yeniden gözden geçirilmesi, kadının özgürleşmesinin anahtarıdır. Beauvoir’ın önerdiği mücadele biçiminin esasının, kadının kendisinin erkeğe göre tanımlanmaması olduğu söylenebilir.
Kadınlar, sadece var olan yapıları eleştirip değiştirmekle kalmamalıdır, aynı zamanda kendi kimliklerini ve yaşam yollarını özgürce belirleme hakkına sahip olmalıdır. Beauvoir’ın felsefesi, bu anlamda, kadınların özgürleşmesi için radikal bir toplumsal dönüşüm çağrısıdır.
Cins Denilen Şey Bizim İcadımızdır | Beauvoir Felsefesi
Ataerkil düzende “erkek” inşasının dışında kalan bireyler için bir dayanışma gerekir. Cins, iki tane değildir. Bunca asırdır bizlere toplumsal, psikolojik ve biyolojik kalıplarla; cinsin iki tane olduğu söylendi. Ancak bugün görülüyor ki cins denilen şey de bizim icadımızdır. Biyoloji biliminde bile cinsiyet meselesi muallâkta kalmaktadır.
Beauvoir, kadının özgürleşmesinin, kadınlık kavramının yeniden inşa edilmesi ile mümkün olabileceğini söyler. Kadınlık ve erkeklik arasındaki katı sınırların ve toplumsal cinsiyet rollerinin esnek hale getirilmesini söyler. Kadınların ve erkeklerin, belirlenmiş rollere ve beklentilere bağlı kalmadan “insan oluşlarını” özgürce ifade etmeleri gerekir. Amaç özgürlüğü bilfiil, etkin, dünya kurucu hale getirmektir; her insan için! Özgürlük, insanın varoluşunun hareketi içinde kendi özünü kurması ve dünyada açığa vurmasıdır.
Beauvoir, kadınlık kavramının yeniden inşasını önerse de asıl “insan” kavramı kilit noktada gibi gözükmektedir. İnsan kavramının, tüm insan türüne mensup olanları içine alacak bir şekilde açıklanması, kadınlık kavramının yeniden inşa edilmesinden daha da önemli gibidir. Sadece kadınlık kavramı değil, erkeklik kavramının inşası da asırlar öncesine dayanır. Ve tanımıyla birlikte ataerkil düzende günümüze kadar gelmiştir. Belki de “kadın” ve “erkek” ayrımının kendisi hatalıdır.
Ya günümüz LGBT kavram ayrımları gibi lügatımızı günden güne genişletmemiz gerekecektir. Ya da artık ilkel, tutucu ve tabusal olan cinsiyet meselesini azat edeceğizdir. “Sadece insan olmak” mottosunu insan türüne tanıtmaya ve artık barış elçiliği yapmaya çalışacağızdır. Günümüz bazı LGBT akımları, bataklığın içinde koşmaya çalışıyor gibidir ancak yaptıkları, ayrımları çoğaltmaktan başka bir şey değildir. Belki de artık asırlardır süren cinsiyet savaşına vereceğimiz enerjiyi; insanlığın ve doğanın iyiliğine, güzelliğine harcamamız gerekiyordur.