Alman İdealizmi – Fichte ve Schelling Felsefesi
Alman İdealizmi
19. Yüzyıl Felsefesi denildiğinde akla ilk gelen Alman İdealizm’idir. Aydınlanma Dönemi’nin temsili Kant’ın epistemolojisi çağının oldukça ötesindedir. Ve günümüzde bile ahlakın temellendirilmesi açısından, aklın haritalandırmasına kadar gitmesi ve bunu muazzam bir titizlikle, incelikle yapması kavranıldığında hayrete düşürmektedir.
Kant sonrası bilgi kuramcıları ya Kant’ın görüşlerini daha ileriye götürdüler ya da tam karşı bir görüş ileri sürmüşlerdir. Bu açıdan Kant’ın bilgi kuramı ya yeni bir başlangıç ya da devam ettirilmesi gerekene karşılık geldi. Kant’ın transendental epistemolojik idealizmini daha da geliştiren Fichte, Schelling ve Hegel üçlüsü Alman idealizmini de en uç noktasına taşımışlardır. İdealizmin problemi Kant’ın öne sürdüğü fenomen-numen ayrımı ve bilen insan zihni ile bilinen nesnel gerçeklik arasındaki ilişkidir. Kant’la başlayan idealist bilgi kuramı, yalnızca öznel gibi görünen fenomen bilgisine nesnel bir gerçeklik yükleyebileceğimiz görüşü üzerinde yoğunlaşmıştır.
Alman İdealizmi, Kant’ın felsefesinden etkilenmiş ve onun düşüncelerindeki –kendileri için- eksik veya boşluk gördüğü yerleri doldurmak için bir düşünsel sistem oluşturmuşlardır. Kant’ın “kendinde şey” nosyonu, zihnimizin nesneleri aslında oldukları gibi değil de göründükleri gibi algılandığı nosyonudur. Böylece zihinden bağımsız nesne düşüncesi “idealizm” için anlamsız bir soru haline gelir.
Alman İdealizmi – Fichte Felsefesi
1762 yılında, Oberlausitz bölgesinin fakir bir köyünde dokumacı bir babanın oğlu olan Johann Gottlieb Fichte, işçi sınıfı içinden yetişen ilk filozof ve düşüncelerinde proleter bir bilincin saklı olduğunu söylemek mümkündür.
Fichte’ye göre felsefe yapmanın iki yolu vardır. Birinci yolu nesneden yola çıkarak hakikati araştırmak, ki bu sonucunda içinden çıkılamaz bir determinizme götürür. İkinci yolu ise, özneden yola çıkarak, felsefe yapmaya yeltenmektir. Fichte’nin felsefesinin çıkış noktası, özgürlük anlayışıdır. Bu yüzden o, ikinci yolu seçer. Ve düşünsel etkinliğine Ben’den hareket ederek başlar.
Fichte’nin idealizmine göre, Ben şeyleri duyumsamaz ve sevmez; o yalnızca kendi duyumsamasını ve kendi sezmesini sezer ve yalnızca kendi bilmesini bilir. Böylelikle salt ve biricik etkinlik, saf ve boş etkinliktir, saf ve özgür eylemdir; saf bilmeden, saf sezmeden, saf görmeden başka bir şey yoktur. O’nun Ben’i tüm bilgideki bilmedir, saf bilinçtir.
Alman İdealizmi – Diyalektik
Fichte bir nesnenin bilinebilmesi sorunundan hareketle, her bilme ediminin üç adımda gerçekleştiğini belirtir. İlk adımı, bileceğim nesneyi saptamak (a, a’dır); İkinci adım, öteki nesnelerden ayırmak (a, a olmayan değildir.) Üçüncü adım, ayırt edilmiş nesneleri aynı kavram altında toplamaktır. Böylelikle Fichte diyalektik kavramını ortaya koymuş olmaktadır.
Fichte’ye göre, bütün bilgimiz diyalektik bir nitelik taşıyan yani karşıtlıkları aşarak ilerleyen üç adımlı bir hareketle oluşur. Bir nesneyi bilmek ancak diyalektik ile mümkündür. Biz doğayı da, kendimizi de ancak bu şekilde bilebiliriz. Örneğin “ben” kendi özünü bilmek isterse, mutlaka “ben olmayan”ı karşısına koymak, bu yolla kendi özünün bilgisine varmak zorunda kalır.
Ahlak Yasası ve Vicdan
Fichte için özgürlük, doğa yasasından başka, ondan üstün, ona karışabilen bir yasadır. Ahlak yasası, özgürlüğün bir görünmesidir; ahlak yasasının formunu da, içeriğini de sağlayan özgürlüktür. Gerçekten özgür olmak için, eylemin dışarıdaki ereklerden vazgeçip, kendisini erek bilmesi gerekir; gerçek ahlaki davranış, özgürlüğü özgürlük için istemektir. Her insanda, bir eylemin uygun ya da uygunsuz olduğunu bildiren yanılmaz bir merci olan vicdan vardır. Vicdanın oluşu, insanın kendisinde özgürlük yasasını taşıdığına en inandırıcı tanıktır. Vicdan özgürlüğümüzü bilmemizdir, özgürlüğümüzün bilincidir.
Alman İdealizmi – Schelling Felsefesi
Friedrich Schelling ya da tam adıyla Friedrich Wilhelm Joseph Schelling 1775 ila 1854 yılları arasında yaşamış Alman idealist düşünürdür.
Alman İdealizmi döneminde büyük bir Spinoza tartışması vardır. “Spinoza ateist miydi, değil miydi?” Ve böyle bir tartışmanın ortasında kendisinden etkilendiğini açıkça kabul eden nadir filozoflardan biri de Schelling’tir. O’nun özdeşlik felsefesinin temelinde açıkça Spinoza yatmaktadır. “Tanrı, doğadır” fikrinin, özdeşlik felsefesi üzerinde oldukça büyük bir etkisi olacaktır. Schelling, Spinoza’nın varlık kavrayışını, Kantçı bir terminolojinin içine yerleştirmiştir.
Schelling, düşünce sistemi içerisinde önce bir doğa felsefesi inşa etmiş, sonrasında doğa felsefesini transandantal felsefe içerisinde tekrar ele almıştır. Mutlak olanın, aklın (tin), doğanın aynı şey olduğunu düşünmüştür. Bunu bir özdeşlik içerisinde değerlendirecektir. Mutlak özdeşlik, varlığın, doğanın, bütünün kendisidir.
Her şey temelde Bir’dir.
Mutlak özdeşlik, kendisinin özbilincine varabilmek için, kendini ayırarak yansıtmak durumundadır. İkiliklere bölünerek, ayırarak kendini ortaya koymaktadır. Kendini ikilikler şeklinde ortaya koyma düşüncesinin, temelinde Fichte’nin felsefesi yatmaktadır. Fichte, Ben’in kendisini yalın bir şekilde ortaya koyduğunu söyler. Ben kendisini, kendisiyle özdeş bir şekilde ortaya koyar ve koyduğu anda ben olmayanı da kendi karşısına koyar. Ben olmayan, Fichte’de doğaya denk gelir. Schelling ve Fichte’nin de ayrımı burda başlayacaktır.
Doğa Felsefesi
Fichte felsefesine “Ben”den yola çıkar, Schelling ise “Doğa”dan yola çıkacaktır. Çünkü doğa, mutlak özdeşliği kendisinde taşıyan, tin ile de bir olan özdeşlik biçimidir. Doğa her şeydir. Doğa, görünüşe gelen tin; tin ise görünümü olmayan doğadır. Doğa kavranamaz olan bir yaratmanın ürünü değildir. Doğayı yaratan bir güç yoktur. Doğa’nın kendisi, kendi içerisinde dinamik bir süreç içerisinde sürekli yaratır. Doğanın kendisi bir yaratmadır. Bu yüzden doğanın kendisinde bir zihin yatar. Ama doğanın kendi içerisinde, henüz ‘açığa çıkmamış’ bir zihin yatar. Bilince çıkmamış, bir zihindir. Yaratıcı bir zihin var ancak bilinçsiz bir şekilde yaratan bir yapısı var. Böylelikle tüm doğayı canlı bir yapı olarak ele alır, Schelling.
Doğanın kendisi canlı bir bütünlük, organizmadır. Doğada ölü ve bilinçsiz olan hiçbir şey yoktur. Bilinçsiz gördüğümüz şeyler, henüz bilinci açığa çıkmamış, tezahür etmemiş zihinsel niteliklerdir. Goethe’nin canlı doğa anlayışından etkilendiği söylenebilir. Doğa bilinçsiz yaratmadır ancak bilinçli olmaya doğru giden bir yaratış söz konusudur… Dolayısıyla doğanın kendi içinde bir ereği vardır. “Bilinç kazanmak.” Kendinin bilincine ulaşmak.
Tarih Felsefesi – Doğanın Tarihi
Schelling’e göre doğanın tarihi vardır. Doğanın tarihi, bütün olanın, varlığın bütününün tarihidir. Kendi iç yaratmasındaki ereğin gerçekleşmesidir, kendinin açığa çıkmasıdır. Tanrının, doğa olduğu düşünüldüğünde, kendisinin oluş içerisinde açığa çıkan bir şey olduğu söylenebilir. Tanrı, oluşmaktadır, vücut bulmaktadır.
Doğa bu ereğe nerede ulaşacaktır?
Birlik, özdeşlik yapısıyla bir bilinçte açığa çıktığında, yani insanın bilincinde ortaya çıkmaktadır. İnsanın bilincinde bir refleksiyon ile kendini gösterir. Doğa, insanla birlikte kendi üzerine kıvrılır, kendisine döner ve kendi bilincine varır. İnsanın tarihsel olarak gelişen bilincinde, doğa kendi bilincine varır. İnsanın tarihi, doğanın tarihinin bir parçasıdır.
İnsanın bilincine gelene kadar, doğanın kendi içerisinde diyalektik bir kutupluluk ilişkisi vardır. Doğa kendini karşıtlıklar olarak ortaya koyar. İdeal, real; özne, nesne; sonlu, sonsuz olarak böler. Bunların her biri doğal güçtür (potens). Olanağı içinde taşıyan güç, kendini gerçekleştirdiği bir sürecin içerisindedir.
Transandantal İdealizm
Schelling, transandantal idealizminde, bilgiyi ele alır. Doğadaki niceliksel ayrışmalar, bilgide bir araya gelir. Ve bu ikiliklerden hangisinin temele alınacağı sorunu çıkar. Schelling, bilgi arayışında özneden ya da nesneden hareket etmenin bizi çıkmaza sürükleyeceğini söyler. Bu ikilikleri kendi içinde taşıyan ama bunları aşan bir bilinç biçimini “estetik bilinç biçimini” önerir. Bu da ancak sanat felsefesiyle mümkün olabilir. Estetik bilinç biçimini böylelikle pratik ve teorik felsefenin üstüne yerleştirir. Özdeşliğin kavranabilmesi, sanatsal edimde mümkündür, O’na göre.
Doğada özgürlük ve zorunluluk vardır. İkilik mevcuttur ama bu ikilikler aynı hareketin farklı görünümleridir. Özgür olan, bilinçli olan, eylemle belirleyen; zorunluluk, bilinçsiz şekilde tarihin gelişimine etki edendir. Tüm tarih, mutlağın ilerleyen ve gizliliğini terk ederek, açığa çıkmasıdır. Potansiyel olanın gerçekleşmesidir. Adım adım kendisini açan şeydir…
Tarih, Tanrı’nın açığa çıkmasıdır.
1809’dan itibaren Schelling, tin düşüncesinde bir dönüşüm yaşamıştır. Bilinçsiz olan ifadesini kullanırken, bilinçdışı kavramını kullanmaya başlar. Aklın kendisini açması fikri, irrasyonel bir temelin olduğu düşüncesine geçmeye başlamıştır. Varolan her şeyin arkasında bilinçdışı bir temel olduğunu düşünmeye ve böylelikle mistikleşmeye gidecektir.
“İnsan Özgürlüğünün Özü” eserinde, insan özgürlüğünün özünün temelini soruşturur. Bu temel mutlak özdeşlik aşamasında, tanrının kendi varoluşunu kurduğu zemindir, aynı zamanda. Tanrıyla birlikte var, tanrının kendisinde var ama tanrı olmayan bir şekilde vardır, bu zemin.
Tanrı Işıktır!
Schelling, bu düşüncesini ışık ve karanlık olarak metaforlaştırır. Tanrı ışıktır ama karanlık bir zemine düşen ışıktır. Karanlık zeminde Tanrı’nın ışığının vurmasıyla açığa çıkarak tecelli etmiştir. İnsanın özgürlüğü, tanrıda ayrılamaz olan varoluş ile zemininin, insanda ayrılabilir olmasıdır. Ve kötülük sorununu da bu düşüncesiyle açıklar. Ayrılabilir oluşu, insanı özgürlüğün temelini oluşturmaktadır.
Bir temel olmayan vardır, temelsizlik… Hem tanrı hemde tanrının arkaplanında gelişen zemin; hepsinin arkaplanında ise, bir temel olmayan, zemin olmayan vardır. Adlandırılamayan, açığa çıkmayan, mutlak ayrımlaşmamışlıktır. Varlığın zemini, bir zeminsizlikte tezahür eder. Varlığın temelinde bir hiçlik vardır. Bu bilinç olmayandır, bilinçdışıdır. Tanrı bu kaosta ortaya çıkıyor. Kaosa sevgi bağıyla, ışığıyla bir düzen veriyor. Bu mistik çerçeve içinde mitoloji devreye giriyor.
Mitoloji: Hakikate Ulaşmadaki İlk Basamak
Mitoloji genellikle felsefenin karşıtı olarak düşünülmüştür. Mitos ve logos ayrımı yapılmıştır. Düşünce kendini mitostan kurtarmaya çalışır, kurtulduğu ölçüde felsefe olur, denilir felsefe tarihi boyunca. Ancak Schelling böyle düşünmez. Mitolojinin büyük bir önemi vardır, onun düşünce sisteminde. Mitoloji, şiirle dile gelen şeydir. Ancak mitolojiyi, şairler üretmez onlar sadece yazar. Şairler mitolojik bir dünyanın içine doğarlar. Mitik dünya, şairin şiirini açığa çıkarır.
Mitolojinin karanlık zemini aydınlatan bir işlevi vardır. Mitolojinin tarihsel gelişim içerisinde bir şeyleri bilince dönüştürme etkisi vardır ve hakikatin açığa çıkmasının bir parçasıdır. Hakikate doğru, kendini gerçekleştirmeye doğru gidişimizin ilk gelişimini bize sunar, mitoloji. Örneğin Upanişadlar, kutsallığın canlı bir tasviri ve insanlığın ilk bilinç deneyimlerini ve uyanışlarını gösterir. Dolayısıyla mitoloji, hakikate gidişteki ilk basamaktır ve sanatsal kavrayışımızın da temelinde yer alır. Estetik bilinç, mitolojiyle şekillenerek gelir…
Kaynakça:
- Felsefe Sözlüğü – Ahmet CEVİZCİ
- Felsefe Tarihi 2 – Ali Taşkın , Metin becermen
- Bilgi Felsefesi – Ahmet Cevizci
- Schelling – Nicolai Hartmann
- Çetin Türkyılmaz anlatı notları