Hayyam Felsefesi | İranlı Buddha ve Epikür Sentezi
Hayyam Felsefesi
Ömer Hayyam. Matematik dehası, astronomi, müzik ve tıp ile ilgili. Rubaileriyle meşhur, şiirle felsefe yapan tüm çağların ötesinde varoluşçu ve hümanist en nadide düşünürlerden biri.
Hayatı
Kendisi Nişaburlu yani İranlı. Yaşamın çoğunu da Nişabur ve Semerkant’ta geçiriyor. Tam adıyla Ebü’l- Feth Gıyâsüddîn Ömer b. İbrâhîm el-Hayyâm. Doğum tarihi tam olarak bilinmemekle birlikle Mayıs 1048 olduğu tahmin ediliyor. Selçuklu döneminde İslam’ın Altın Çağı denilen vakitte doğmuş olması, büyük şans gibi gözüküyor yoksa böylesi bir üsluba, fikriyata, ilmi yansıtışa sahip olmak kaçınılmaz ölümü getirirdi, sanıyorum.
Hayyam, özellikle matematik ve astronomiyle yakından ilgiliydi. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın daveti üzerine o dönemde kullanılan Yezdicerd takviminin düzeltilmesinde ve yeni bir rasathane kurulmasından sorumlu tutuldu. Ancak sonrasında eski olanın düzeltilmesi yerine yeni bir takvim hazırlama girişiminde bulunuldu. Ve Celali Takvim olarak bilinen güneş takvimini hazırladı. Binom açılımını ilk kullanan kendisiydi. Okullarda öğretilen Pascal Üçgeni olarak bilinen teoriyi Hayyam hazırlamıştır, denilir. Astronomiyle de oldukça ilgiliydi. Bunun üzerine Ömer Hayyam’ın ismini yaşatmak adına 1970 yılında Ay’daki bir kratere ve 1980 yılında yeni keşfedilen bir kuyruklu yıldıza onun adı verilmiştir.
Eğitimi
Hayyam, bir entelektüeldi. Eğitimi oldukça çok yönlüydü. Dönemin önemli isimlerinden ders almıştı. Kur’an’ı Kâdî Muhammed’den; matematik, astronomi, kozmoloji gibi ilimleri ise Hâce Ebü’l-Hasan el-Enbârî’den öğrendi. İmam Muvaffak ile ileri seviye Kur’ân ilimlerini çalışmıştı ve Şeyh Muhammed Mansûr ile İbn Sina’nın el-İşârât’ını okuyup Meşşai felsefeyi öğrendi.
Meşşailik denildiğinde, İslam Felsefesi içinde doğa felsefesinin etkisinden sonra başlayan rasyonalist felsefe eğiliminin sistemli hale gelmesinden oluşan bir okul anlaşılır. İbni Sina, o dönemde adı dillerden düşmeyen düşünürlerdendi. Ve Hayyam, İbni Sina felsefesini ve Gazali’nin sezgisel tutumunu çok iyi kavramıştı. O, rasyonalist bir tutuma sahip bir alimdi. Çokluk problemi, metafizik, determinizm ve özgür irade konularının yer aldığı bazı kitaplar yazdı. Bunlar: Risâle fi’l- kevn ve’t-teklîf, Risâle fî külliyâti’l-vücûd, Risaletü’z-ziya’i’l-‘aklî fî mevzûi ‘ilmi’l- küllî.
Dedikodu/Rivayet/Magazin Neyse Artık
Tartışmalı bir mesele olsa da, Hasan Sabbah ve Nizamülmülk ile aynı medresede öğretim gördüğü söylenir. Bazı kaynaklar ise Hassan Sabbah’ın Rey kentinden olduğu, Nizamül-Mülk’ün ise yaşça Sabbah ve Hayyam’dan büyük olduğunu, aynı medrese de eğitim görmediklerini söyler. Yine de çoğunluk üçünün, özellikle Hasan Sabbah ile Ömer Hayyam’ın aralarında bir ilişki olduğunu söyler. Hatta Batı’ya, Hayyam’ı çevirisiyle ilk tanıtanlardan Hammer, Hayyam’ın Hasan Sabbah tarikatı Haşhaşilerin teorisyeni olduğunu söyler. Hayyam, Haşhaşilerin bilinçli teorisyeni midir? Çok da mümkün gözükmez ancak Sabbah, aynı dönemde yaşamışlarsa, Hayyam’dan pekala, etkilenmiş olabilir, kendince. Sabbah, fedailerine bir cennet vadederdi. Ve Hayyam, cennetin dünyada olduğunu vurgulardı. Sabbah ise mensuplarına tam anlamıyla cennet kurgusunun içeriklerini sunardı.
“Diyorlar ki cennetler ve sevgililer olacak,
Orada şarap, bal, şeker, neler, neler olacak,
O halde biz şaraba, sevgiliye tapınalım:
En sonunda orda da böyle şeyler olacak.”
“Bir güzel bahçe, şarap, saki, akar su başı…
Bunlar peşin ve benim, yarın cenneti al sen!…”
Diğer yandan Amin Maalouf, Semerkant eserinde üçünün hikayelerini kurgulamıştır. Kurgudur, hikayelerin kesin bir hükmü yoktur.
Hayyam’ın Tanınması
Hayyam 19. Yüzyıla kadar rubaileriyle ön planda değildi. Oryantalistler, onun rubailerini tanıtan kişiler oldular. Avrupa ve Türkiye, Hayyam’ı oldukça geç tanıdı. Bunun için 19. Yy beklememiz gerekti. O dönemler Hayyam’ın edebi kişiliğine ait merak arttı ve rubaileri öncellikle 1700 yılında Thomas Hyde tarafından Latince’ye, 1816 yılında H.G. Keene tarafından İngilizce’ye ve de 1818 yılında Joseph von Hammer-Purgstall tarafından Almanca’ya çevrildi. Hayyam’ı batıya tanıtan en önemli isim ise Edward Fitzgerald’dır. Yazar, 1859’da yaptığı çeviri ile Hayyam’ı kısa bir zaman içinde popüler hale getirmiştir. 1892’de Londra’da bir Hayyam Kulübü bile kurulur.
Türkiye de ise rubailerin bilinen en eski Türkçe çevirisi Muallim Feyzi’ye aittir. 1891 yılında 100 rubaisini çevirir. Öncelikle bazı dörtlükleri üzerine yazılar yazmış, en sonunda ise Tercüman-ı Hakikat’in 1885-1886 yıllarındaki sayılarında yazılar yayımlanmış, ardından kitap haline getirilmiştir.
Çoğulu rubaiyyat olan rubai, Arapça kökenli bir kavram ve dörtlü/dörtlük anlamına geliyor. Rubai nazım türünü ilk defa İranlı Rudeki’nin yazdığı bilinmekle birlikte, onların en ünlü şairi, kuşkusuz, Ömer Hayyam’dır.
Gelelim, asıl meselemize. Hayyam’ın rubailerine, dörtlükleriyle felsefesini aktarmasına…
HAYYAM FELSEFESİ | Rubailerle Felsefe
Antik Yunan düşünürleri felsefelerini, şiirsel bir aktarımla sunarlardı. Homeros ve Hesiodos’tan kalmış olsa gerek. Platon’la bozuldu denilir. Ortadoğu’da ise bu sunuş devam etmekteydi.
Hayyam’ın Çağı
Hayyam’ın bilinen kadarıyla 100-150 arasında temel rubaisi vardır. Ancak kendine mal edilenler binin üzerindedir. Rubailerine ve içeriğindeki felsefi yakarışlara geçmeden önce tekrar vurgulamak gerekir ki: O’nun yaşadığı dönem, kendisi gibi çağları aşan ve tarihin gördüğü büyük düşünürleri yaratacak bir sosyo-kültürel alt yapıya sahipti. Dönem, Selçuklu dönemiydi. İslamiyet’e yeni yeni geçilmişti. Yine de felsefenin yeri oldukça önemliydi. Hayyam, Selçuklu saraylarında sentez bir Orta Doğu Kültürü (Türk-Hint-Arap-Çin-Bizans) oluşmaya başladığı dönemde yaşadı. Çoğunluk Müslüman’dı ancak felsefe günah değildi.
Hayyam felsefesi ise öyle özgündür ki fazlasıyla farklı düşünce dinamiklerinden (din, felsefe vs.) esintiler barındırır veya yakarışlar içerir. Ancak yaptırım içermez. En azından genel ahlak ve İslami ahlak kuralları içinde bir nasihatler dizgesi içermez. Aksine anı yaşa mottosunu, fırsatı ganimet bilmeyi salık verir. Gerçi bu da nasihatvari bir havayla aktarılır ancak neyse.
Zira Hayyam felsefesinde insan sadece insandır. Hepsi en sonunda çömlek olacaktır ve oluşun parçasıdır. Şu rubaisi ise Yuhanna İncili 8. Bölüm’de geçen İsa’nın zina yapan kadın hakkındaki hikayesini anımsatır: (Gerçi zina yapan kadının hakkını İsa korur. Hayyam’da kadın kendini kendi korur, cevabını verir.)
“Şeyh, fahişeye demiş ki: -Utanmaz kadın;
Her gün sarhoşsun, onun bunun kucağındasın.
Doğru, demiş fahişe, ben öyleyim; ya sen?
Sen bakalım şu göründüğün adam mısın?”
Hayyam için Meşşai denilir. Bir yandan buram buram rasyonalisttir ancak her şeyi ama her şeyi sorgulama nesnesi de yapabilir. Tüm dönemlerin bilginleri dahil.
“Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye?
Ne zaman yıkılıp gidecek bu güzelim kubbe?
Aklın yollarıyla ölçüp biçemezsin bunu sen
Mantıkların kıyasların sökmez senin bu işte.”
Hakikatin varlığına inanır ancak bunu anlamanın insan için mümkün olmadığını savunur.
“Kendiliğimden var olmuş sanma beni;
Bu kanlı yola ben sokmadım kendimi;
Bir gerçek varlık beni var etmiş olan;
Yoksa kimdim ben, nerdeydim, neydim ki?”
Ancak onun hakikati dinsel bir tutumla gidilmiş değil, idrak ile felsefi bir tutumla ulaşılan mutlaktır. O’nun kendini ifade edişindeki cesareti, mizahı, özgür mizacı tamamen kendisine hastır. Düşüncelerini bir din çerçevesinde değil, uçuş uçuş ama bir o kadar karamsar ancak yerici mizacıyla ortaya koyar. İtikadları ise reddeder, darısı günümüzün başına…
“Yetmiş iki ayrı millet, bir o kadar da din.
Tek kaygısı seni sevmek benim milletimin;
Kafirlik müslümanlık neymiş, sevap günah ne?
Maksat sensin, araya dolambaçlar girmesin.”
Buram buram agnostiktir. Hiçbir şeyi tam anlamıyla bilemezsiniz.
“Dedim: Artık bilgiden yana eksiğim yok;
Şu dünyanın sırrına ermişim az çok.
Derken aklım geldi başıma, bir de baktım:
Ömrüm gelip geçmiş, hiçbir şey bildiğim yok.”
Mutassavıf bir panteisttir.
“Tanrı evrenin canı, evrense tek bir beden
Melekler bu bedenin duyuları hep birden
Yerde gökte canlı cansız ne varsa birer uzuv:
Budur Tanrı birliği, boştur başka her söylenen.”
Hayyam felsefesinde bir mobilizm anlayışı görürüz. Mobilizm için evren, daimi bir oluşum ve bozuşum selidir. İnsan da toprağa girince çözülmeye başlar ve canlı, cansız bir varlıkta bulur kendisini.
“İnsan bastığı toprağı hor görmemeli:
Kim bilir hangi güzeldir, hangi sevgili. .
Duvara koyduğun kerpiç yok mu, kerpiç?
Ya bir şah kafasıdır, ya bir vezir eli!”
Cennet ve cehennem ise dünyadadır. Acıyı bir şekilde halletmeli, gülüp oynamalı. Oyun diyarıdır, ne de olsa Hayyam için, dünya. Ha varız, ha yokuzdur. O’na göre insan varoluşunun acı gerçekleri, Kur’an’da ısrarla vurgulanan sevgi dolu bir tanrı ve kutsal bir plan ile açıklanamaz. Zira, böylesi sevgi dolu bir tanrı da yoktur ortada. Kötülük sorunu yine baş gösterecektir. Madem, sevgi dolu bir tanrıydı, tanrı dedikleri kötülükler nerden peydah oluyordu?
“Beni özene bezene yaratan kim? Sen!
Ne yapacağımı da yazmışın önceden.
Demek günah işleten de sensin bana
Öyleyse nedir o cennet cehennem?”
“Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın o da boştur boş!”
“Biz, gerçekten bir kukla sahnesindeyiz;
Kuklacı Felek Usta, kuklalar da biz.
Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer;
Bitti mi oyun, sandıktayız, hepimiz.”
Hayyam ve Sufizm
Bazı akademisyenler, Hayyam’ın Sufi fikriyatında olduğunu savunur. Bunu da Mevlana ve Şirazi gibi alimlerin eserindeki şarap ve sarhoşluk halinin Sufizm de olduğu gibi bir hal olduğuna dayandırırlar. Hayyam’ın döneminde ise Sufiler onun eserlerini reddetmiştir. Sufiler, onun rubai ve söylemlerini aşırı bilimsel düşünen bir ateist olarak değerlendirmişlerdir.
Hayyam, daha ziyade Buddhacı bir tavırdadır. Buddhacı bir Epikür kafasındadır. Acı vardır ve bunun sebebi kişinin önceden belirlenmiş olan harici olayları yorumlaması nedeniyle acı çeker ya da çekiyor gibi görünür. Diğer yandan Hayyam, Rubailerinde hayatın kısalığından, dostların kaybından ve zamanın insanı gençlikten ve zevkten nasıl mahrum ettiğine değinir; bunların ise Sufi geleneğinde pek de yeri yoktur.
İran’ın Buddha ve Epikür Sentezi
Buddha acının felsefesini yapmıştır. Ve O, acı çekmenin (dukkha) temellerine inmek istemişti. Buddha, bireysel özü reddetti. Sadece oluşa inandı. “Dukkha, yaşam acı doludur.” gerçeğini benimsedi ve kişinin kurtuluşuyla ilgili bir yol çizdi. Özgür irade, orta yol gibi ortaya attığı fikirlerle Hayyam’dan ayrılır. Ancak ikisi de ortak noktada “acı” da buluşur. Zira Epikür’le kıyas da bu noktada durur. Epikür’de acıdan uzak durulması için hazzı öğütler. Ancak şarap gibi maddi bir hazzı değil, entelektüel bir hazzı…
“Avcı yemi koydu ve bekledi sonra,
Avına Adem adı ekledi sonra,
Dünyada iyi, kötü her şeyi yapıp;
Suçu hep başkasına yükledi sonra!“
İlime Düşkün Bir Şarapçı
O, akılla aydınlanmış, anı yaşamayı -Ortadoğu’nun mindfullnesçisi resmen- öğütler. Acıdan kaçın, şarapla, müzikle, dostlarınızla, kendinizle gününüzü gün edin diye haykırır. Şayet, terzi kendi söküğünü dikebilmiş midir, muamma. Varoluşsal sancılarını dindirmiş midir? Hayyam’ın şayet böyle yaşadıysa… Ki yaşlanınca, kendisi hacca gitmiş, münzevi bir hayatı tercih edip, ölmüştür. Yine de gençliğinin kıymetinin bilinmesi gerektiğini söyler, rubailerinde. Şarabı, dostları, güzelleri, müziği ve gününü gün etmeyi över; teorik felsefesince. Ama genel tutumuna bakarsak hedonizmi övüp, kendisi entelektüel bir hedonisttir. Bu anlamda da Epikür’le benzeşir. İlime düşkün bir şarapçı.
“Geçmiş gitmiş bir günü artık ne anarsın?
Gelmeyen yarın için niye yaygara edersin?
Bina kurma geçmişin, gelmemişin üstüne;
Şu anda hoş ol, ömrü neden harap edersin?“
Hayyam, rubaileriyle felsefe yapar ancak onun felsefi risalelerini barındıran eseri İslam Ansiklopedisi’nde geçtiği şekliyle “Ravzatü-l-ukul”dur. Risalenin yazma bir nüshası ise British Museum’da bulunur. Orada ise “Ravzatü’l-Kulüb fi Külliyati’l Vücud” ismiyle geçer. Hayyam bu eserinde, hakikati arayanları 4 kategoride ele alır. Zira, Gazali de sıralaması değişse de aynı tasnifi yapacaktır.
- Kelamcılar
- Filozoflar ve Hakimler
- İsmailliye ve Talimiyye
- Mutassavvıflar
Ve Hayyam, mutassavvıfların hakikati arama yolculuğunda en sağlıklı tutumu sergilediğini söyleyecektir. Hayyam, bir düşünürdü, alimdi. Ve felsefe yapıyordu. Hem de en varoluşsal bir samimiyetle… Yine de felsefenin, insan yaşamını ‘bir ölçüde’ anlaşılabilir hale getirebileceğini düşünüyordu. Felsefe, yeterince işlevsel değildi. Gerçi onun için hakikat bilinemezdi. Her şey geçiciydi. O ne bir din düşkünüydü ne de katıksız bir ateistti. Sancılıydı. Hayyam ne o’ydu, ne bu’ydu.
“Kimi dinde imanda buldu yolu,
Kimi akıl, bilim yolunu tuttu.
Derken bir ses geldi karanlıklardan:
Gafiller! Doğru yol, ne odur ne de bu!”
Ontoloji | Hayyam Felsefesi
Onun varlık görüşü, büyük ölçüde hiçlik merkezliydi. Varlığın özü gizemliydi ve onun için kafa yormak beyhude bir çabaydı. Ölüm, tek gerçekti. Yaşam anlamsızdı. İrade meselesi oldukça tartışmalıydı. Çoğunlukla Tanrı’nın yolu çizdiğini söyleyecekti. Yine de birkaç rubaisinde; mutluluğun da, acının da kaynağını insana ithaf edecekti. O, ölüm karşısında şimdiyi yaşamayı öğütledi. Ancak şimdiyi yaşamak, şimdinin cehenneminde yaşamak değildi. Şimdi, cennettir. En azından insan şimdiyi cennet eylemeliydi.
“Madem gerçek ve kesin konusunda el-kol boş,
Ömür boyu kuşku içinde kalınamaz hoş,
Aman! Mey kadehini bırakmayalım elden,
Bilgisiz kişi, ha akıllı, ha sarhoş.”
“Hayam! Badeyle huzur bulmaktaysan, mutlu ol,
Bir ay yüzlü güzelle kalmaktaysan, mutlu ol,
Zira, dünyanın sonu, nihayet yokluktur,
Düşün ki yoksun, var olmaktaysan, mutlu ol.”
Acı karşısında insan bir şeyler yapabilir miydi? Aktif miydi? Pasif miydi? Oldukça çelişkilidir. Rubailerinde şu satırlar geçiyor: “Mutluluğun temeli, acının kaynağı biziz / Dert ve kederin sermayesi, zulmün temeli biziz”. “Sırtım felekten büklüm büklüm oluyor / Benden hep iyi olmayan işler çıkıyor”. Diğer yandan şu satırları da görüyoruz: “Kader kalemimi madem bensiz çalarlar / O halde iyiyi kötüyü neden benden bilirler”.
“Yolumun üstüne bir tuzak kurdun,
Bir de diyorsun ki: Yürü, iznim var!
Cihanda gücün her şeye hakim,
Beni yürüten sen, adım günahkar…”
En azından intihar edip, etmeme konusu insanın elinde gibi gözüküyor. Camus, Hayyam’ı tanımış olsaydı, ruhu yaşarırdı gibi geliyor. Acıya rağmen, yaşamak! Şimdi’yi güzellemek…
“Feleğin sıkıntısından, dışım içe geçiyor,
Dahası, benden iyi olmayan işler çıkıyor,
Can, karar verdi göçmeğe, ben gitme dedim,
Dedi: Ne yapayım? Ev üstüme çöküyor.”
“Derler ki: Cennet hoş, huriler hoştur.
Ben derim: Şarap hoş, şarabı getir!
Bu peşin, bunu al, o veresiye.
Uzaktan davulun sesi hoş gelir…”
Buram buram varoluşçu bir Hayyam…
Schopenhauer, Hayatın Anlamı kitabına şu alıntı ile başlar:
“İnsan için hiç doğmamış olmak, güneşin kavurucu ışığını hiç görmemiş olmak en iyisi olurdu.”
Hayyam ise aynı karamsarlıkla:
“Elimde olsaydı eğer dünyaya gelmek, gelmezdim.
Gitmek de elimde olsaydı, gider miydim?
Hepsinden en iyisi bu harap dünyada bulunmamak,
Keşke ne gelseydim, ne gitseydim, ne yaşasaydım.”
Biri, Batılı; Biri, Ortadoğulu ancak içsel burhan aynı burhan…
Kısacası: Dünya acı üstüne kuruludur. Cennet, cehennem yoktur. Ölüm, yokluktur. Ölünce toprağa döneriz ve oluşa katılırız. İrademiz vardır ancak kaderimiz bellidir. Anımızı kurtarmaya bakmalıyız. Tanrı meselesi de muammadır. Felsefi bir mutlak, kozmik bilinç tarzı bir şey vardır. Ve her şey oluştadır.
Sevgiler, sarhoşluk ve ayıklık arasında kalın! 😊
“Ey gönül! Madem bütün sırları bilmiyorsun,
Boş yere her şey için nedir çektiğin keder?
Madem hiçbir iş senin muradınca gitmiyor?
Bari şu yaşadığın anı hoş geçiriver!”
Kaynakça:
- Ömer Hayyam- Rubailer (Sis Yayıncılık)
- Dünyayı Değiştiren Düşünürler 5 | Sadık Usta
- HAYYAM VE KÖTÜLÜK: ACI EKSENLİ PESİMİZM İLE UMUT EKSENLİ OPTİMİZM ARASINDA (RUBAİLER ÖRNEĞİ) | Doç. Dr. Metin YASA ve Dr. Dursun Ali TÜRKMEN
- Mustafa Öztürk Arşiv – Video